Hasan Can YıldırımYazarlar

Neoliberalizm – Çağımızın en büyük hastalığı

neoliberalizm

Minsky anı, Komünist Manifestosu ve bireycilik çağı. Hepsinin de tek ortak birleştiği nokta, George Monbiot deyişiyle, günümüzde sorunlarımızın kökünde yatan ideolojidir. Onu tanımlayamamamız, gücünü en büyük zayıflıklarından aldığındandır. Neoliberalizm; İyi, kötü ve çelişkili.

‘Peki neoliberalizm nedir? Günlük hayatımıza nasıl hakim oluyor?’ Şu an merak kafamızda merak uyandıran iki soru olsa da, belki de esas sormak istediğimiz soru; ‘Neden?’ Olmalıdır.

Basitçe izah etmek gerekirse, neoliberalizm, 1938 yılında Paris’teki bir toplantıda ismi konulan, 1970’lerdeki enerji krizlerine solcuların sunulan yetersiz alternatifleri sonrasında kurumsal kapitalizm hareketi olarak başlamış ve 1980’lerde bakkalın kızı olan Maggie’nin fikirlerinin sağın Ronald’ıyla buluşmasıyla gelişmiştir. Neoliberalizm serbest piyasa kapitalizmidir. Sadece birkaç yıl içerisinde yaşanan toplumsal değişimler, en fazla proleterlerin yaşam tarzlarında hissedildi. Kapitalizmin altın çağı, yani piyasanın kendi haline bırakılması sonucunda sosyal yıkım yaşanacağı düşüncesi yerini ‘devletin sosyal kötülüklerin kaynağı’ olduğu düşüncesine bıraktı.

İlk olarak Şili’de denenen, daha sonra ise 70’lerde Irak üzerine bırakılan bu yük, 80’ler süresince İngiltere başta olmak üzere, Amerikan hükümeti, medya ve devrim öncesi aydınlar sınıfları ile serbest piyasayı hükümete karşı güçlendirmiş ve dahası geçmişte yaşanan ekonomik krizleri devletin piyasaya müdahalesine bağlamıştır. Bir ekonomik öğreti olan neoliberalizm, özelleştirmeyi, deregülasyonu ve dizginsiz serbest piyasayı kamu kurumları ve hükümetin yerine kucaklamıştır. Artık vatandaşlar birer tüketici kimliği altındadırlar. Bu yüzden insan ilişkilerinin temel öğesi olan ahlak kuralları da yerini hiç bitmeyen bir rekabete bırakmak zorunda kalmıştı. Tüketiciler, rekabeti yaratır, kendi demokratik seçeneklerini alım ve satım olarak uygular ve verimlilikleri karşılığında ise piyasa onları ödüllendirir ve/veya cezalandırır. Aynı zamanda, kötü bir şöhreti olan; ‘Toplum diye bir şey yoktur. Sadece bireysel erkekler ve kadınlar vardır, ve bir de aileler.’ Margaret Thatcher’ın bir rapörtajdaki açıklaması, neoliberalizmin başlamasının resmiyetini simgeler.

Basit bir şekilde izah edilemeyen ve ‘neden?’ sorumuzun yanıtı olan cevap nedir o zaman? Neoliberalizmin altında yatan ve günümüzde seçimlerimizi ve yaşam kalitemizi etkileyen nedenlerin temeli yukarıda anlatılan rekabettir. Çünkü, bir kutsal kase kadar değerli olan rekabet ortamı asla bozulmamalı ve rahatsız edilmemelidir. Buna en basit örnek, vergi ve regülasyonlardaki değişimler olup, sözde bu rekabet ortamındaki ‘özgürlüğü’ engelleyecek tüm anomaliler azaltılmalı ve yok edilmelidir. Vergi ve regülasyon benzeri çarpıtmalar neoliberalizm sisteminin oluşturduğu hiyerarşideki düzenin doğal bir şekilde ‘kazanan ve kaybeden’ oluşturmasını engeller. Benzer şekilde, İngiltere’deki sendikaların çöküşü ve Amerika’da bu sisteme uyması için verginin yeniden yapılandırılmasını kanıt olarak gösterebiliriz. Çünkü işçi sınıfının sendikalardan koparılması, sadece pazarlığın kapılarını aralamaz, aynı zamanda ücretleri bastırmak için de kullanılır. Aynı şekilde, zenginlerin daha fazla vergi ödemekten kurtulması da zenginliğin özgürce dağılımının yok oluşu demektir. Fakirin menfaati zenginin ne kadar daha fazla kazanç sağlayabilmesine bağlıdır. Verimli olabilen herkes kazanç sağlayıp, geriye düşenler cezalandırılıp ‘kaybedenler’ olarak tanımlanır. Ve son olarak sadece ve sadece, piyasa planlamayla yapılamayacak olan kârı insanların neyi ne kadar ve nasıl hakkettiğine göre dağıtır.

Bugün, yaklaşık kırk yıl sonra, halen bu neoliberal ideolojinin insanlığımızı nasıl değiştirdiğine tanık olmaktayız. Yalnızlık, endişe ve depresyon başlı başına içinde büyüdüğümüz bu ideolojinin bize bıraktıklarıdır. İnsanların algılayamayacağı kadar hızlı olan değişimde, değerler ve erdemler maddileştirildi. Bu değişimle sadece insan ilişkilerinin temel direğini rekabet olarak tanımlanmakla kalmıyor, bundan böyle de insan olduğumuzu sadece tükettiğimiz kadar hissediyoruz.

Eğer bir birey fakir ise, bu onun iş arayışı ile yeterince uğraşmadığını ve piyasada verimsiz olduğunu göstermektedir. Fakir bir kimse, fakir olmayı verimsizliğiyle aslında hak etmiştir. Ev almanın zorluklarını bırakın, bankadan kredi alamamamız bizim beceriksiz ve yetersiz olduğumuzun göstergesidir. Dolup taşan kredi kartı ödemelerini bir kenara bırakalım, eğer bugün arkadaşımızın Instagram’da paylaştığı kıyafeti giyemememiz, yemeği yiyemememiz veya seyahate çıkamamamız, insan olarak hissetmemize birer engel olmuştur. Diğer bir değişle, toplumda bir şeyin işlevini veya hizmetini anlamamız piyasayı tanımamıza bağımlı olarak gelişmiştir. Etkin bir deyimle, sayısal olarak fazla bir insan grubunun aktif bir şekilde bir çeşit işçi gücünü, ürünü veya malı almaması o hizmetin, ürünün veya malın değersiz olduğunu gösterir. Bu azılı rekabet ortamında, geride kalan kaybeden olmaya mahkumdur.

Neoliberalizmin temelleri, güçlü olan insan özgürlüğü ve gururu çekici ve baştan çıkarıcı ideallerdir ve dikkatlice seçilmişlerdir. Bu değerler sadece faşizm, diktatörlük veya komünizm tarafından tehdit edilmekle kalmayıp, aynı zamanda insanların özgür seçimlerindeki kolektif yargının yerine uygulanan bütün hükümet müdahaleleri de bir tehdit olarak görülmüştür.

Günümüzde biz, tanımlayamadığımız bir olağanüstü bir neoliberalizm ideolojisinin içerisinde yaşamaktayız. Dikkat dağıtan ekonomik krizler, vergileri azaltmakta, vergi aflarında, daha fazla kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesinde, sosyal güvenlik ağımıza daha fazla delikler açılmasında, enstitülerin deregülasyonunda ve ‘tüketicilerin’ tekrardan yapılandırılmasında önemli bir görev üstlenmektedir. Fakat bu ekonomik krizlerden daha önemli olan sesimiz de aynı zamanda herhangi bir politik platformda duyulmamak üzere bastırılmaktadır. ‘Kaybeden’ olarak tanımlanan veya kendini böyle tanımlayan bir kimsenin düşüncesinin önem taşımadığı ve bununla beraber herhangi bir rol oynayamayacağı politik platformlar oluşmuştur. Politik müzakereler artık üzerimizde hiçbir baskı uygulamadığı gibi, sadece ve sadece sloganların, sembollerin ve duyumların ön plana çıktığı sözde gelen bir ‘özgürlük’ başlığı altında yaşamaktayız.

Bu hastalıklı sistem, 2008 krizindeki başarısızlığı ile büyük bir yara alsa da, halen yaşamını güçlükle sürdürmektedir. Bunun esas nedeni onun anonimliğindendir. Bu ‘görünmez el’ in görünmez dogmasıdır ve görünmez destekçileri tarafından toplumlara aşılandırılmıştır. Bu ideolojinin prodüktörleri olan ekonomistler, Hayek ve Friedman bile politik platformlarda bu terimi ret etmeleriyle bilinir. Her şeye rağmen, neoliberalizm vardır ve istesekte istemesekte bizim bir parçamız haline gelmiştir. Yine de, tarih bu konuda kesin ve nettir. Tarihin de kanıtladığı üzere bozuk olan bir sisteme karşı gelmek yeterli olmayacaktır. Yapmamız gereken bu sistemin önüne geçebilecek bir alternatif üretmektir. Buna en güzel örneklerden biri, ekonomist Charles Gore’un da öne sürdüğü ‘Washington Fikir Birliği’ ne karşı gelen ‘Güney Ülkeleri Fikir Birliği’ dir. Eğer 2008’deki ekonomik krizden yakın zamanda daha büyük etki yaratan bir krizle karşı karşıya gelmek istemiyorsak, özellikle gelişmemiş ülkelerin zarar gördüğü bu sistemden uzaklaşmak ve hızlı bir alternatif arayışına girmek tek çözümdür.


Benzer Haberler

Demokrasi, irade, özgürlük … itaatkarlığa hayır

Voice Kıbrıs Haber

Ülkemizin bir geleceği olması için…

Voice Kıbrıs Haber

Yunanistan sandık başına gidiyor

Voice Kıbrıs Haber

Ötekiler

Voice Kıbrıs Haber

Önce insan, önce dayanışma…

Voice Kıbrıs Haber

Aynı dili konuşmak

Voice Kıbrıs Haber