FeaturedKIBRIS

Kıbrıslı Rum Yazardan çarpıcı makale

George Koumoullis Cyprus Mail’de yazdığı makalesinde “Kıbrıslı Türklere güven duygusunu ve güvenlik hissini yeniden kazandırmaya yoğunlaşmalıyız” dedi.

İşte o yazı

Kıbrıslı Türklerin güvenlik konusundaki duyguları 1963-74 yıllarında parçalanmıştı.

Bir anlaşmaya varılması önünde en büyük engelin, Türkiye’nin adadaki müdahale haklarını ve askerlerini sürdürme konusundaki ısrarı olduğuna dair yaygın bir görüş bulunmaktadır. Bu zor sorunun devam eden tartışmalarında, anketlere göre yüzde 90 oranında Kıbrıslı Türkün hissedeceği güvensizlik göz ardı edildi.

Türkiye, müdahale haklarını bırakmayı ve bütün askerlerini geri çekmeyi kabul etse bile, istenilen çözümün gerçekleşmeyeceği göz önüne alındığında bu oldukça önemli bir konudur, çünkü Kıbrıslı Türkler, Türk garantisinin, en azından  bir süreliğine, olmadığı bir anlaşmaya referandumda ‘evet’ oyu vermeyecekti.  Ayrıca, ancak bu süre içerisinde barışın devam ettirilmesi halinde bunun yeniden inceleneceği koşulunu da öne süreceklerdi.

Ancak o zaman, sona erme hükmünü (Sunset clause) – Kıbrıs’tan askerlerin tamamen çekilmesi veya en azından garantilerin tekrar incelenmesini içeren hükmü- tartışmaya hazır olurlardı. Sonuç olarak, bu faktörü yok sayarak Kıbrıs sorunuyla ilgilenen üçüncü taraflara bizi düşüncesizlik, kötü karar verme ve cahillikten dolayı suçlama şansını sunuyoruz.

Adanın homo sapiens tarafından ele geçirildiği tarihten itibaren, Kıbrıs halkı korku ve güvensizlik yaratan peş peşe ayaklanma, baskınlar ve felaket dalgaları yaşadı. Bununla birlikte, Osmanlı yönetimi altında, Hristiyanların ve Müslümanların bir arada yaşaması bu korku ve güvensizliği ortadan kaldırdı. İstikrar ve uyum iki faktöre bağlıydı: ilk olarak Osmanlı imparatorluğu, başka hiçbir ülkenin veya baskıncı grubun saldırıya cesaret edemediği büyük bir güçtü ve ikinci olarak başpiskopos bir Nenekos’tu ve işgalciyle işbirlikçiydi. Gerçekte, Ortodoks Kilisesinin başındaki kişi maliye bakanıydı ve Osmanlı adına vergileri empoze edip, topluyordu.

Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki kardeşlik ilişkilerinin kötüye gitmesinin ana nedeni, Ethnarchy’nin 1950’lerde, Türkiye’yi hayatta kalmak için kucaklayan Kıbrıslı Türk yurttaşlarımızla istişarelerde bulunmaksızın, enosis için silahlı bir mücadele başlatmaya karar vermesinden kaynaklanıyordu. Enosis mücadelesinin sonuçlar zinciri her iki toplumda da güven duygusu ve güvenlik hissine zarar verdi, ancak günümüzde esas olarak Kıbrıs Türk toplumunu etkilemiştir.

Bağımsızlığımızın, sınırlı olmakla birlikte, güvence altına alınmasına rağmen, enosis’in amacı terk edilmedi. Bağımsızlıktan sonra, nasıl güvenilmez olarak addedilmeyelim?

Bakanlar ve milletvekilleri, ulusal anma törenlerinde, okullarda ve halka açık etkinliklerde enosis hakkında ateşli konuşmalar yapıyorlardı.

Kıbrıslı Türklerin yok edilmesini Akritas planı ile planlıyorduk.

Milletvekillerimiz, oybirliğiyle, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasına saygı göstermek ve uymakla yükümlü olmasına rağmen,  anavatan ile birleşme çağrısında bulunan karara (26/6/2017) destek verdi. Sanırım dünya tarihinde yalandan yemin etmeye daha şaşırtıcı bir örnek yoktur.

Kıbrıslı Türklerin güvenlik konusundaki duyguları 1963-74 yıllarında parçalanmıştı. Herkes, bu dönemde 500’den fazla Kıbrıslı Türkün öldürüldüğünü, üstü örtülerek kayıp olarak anıldıklarını ve bu cinayetler için hiçbir Kıbrıslı Rum’un cezalandırılmasına gerek duyulmadığını biliyor. Türkiye işgal ettiğinde, Eoka B erkekleri Taşkent’teki 87 tutuklu Kıbrıslı Türkü ve Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde 126 kadın ve çocuğu soğukkanlılıkla öldürdü. Kıbrıs Cumhuriyeti, polis tarafından tanınan suçluları tutuklamak ve yargılamak için hiçbir çaba göstermedi; çünkü liderleri yıllardır dini öğretmen olarak görev yapıyordu. Türklerin ve Kıbrıslı Türklerin aynı derecede kötü suçlar işledikleri gerçeği (kimse bundan şüphe duymuyor), hükümetin suçluları cezalandırma sorumluluğunu es geçmesine neden değildir. Bir suçu tolere etmek o suça eşittir ve ulusal bir suçun suç ortaklığıdır.

Nesillerdir Yunan-Hristiyan idealleri ile yetişen Kıbrıslı Rumlar, bir vatandaşın vicdanına sahip gibi görünmüyor ve bu, 21. yüzyılda bile hukukun üstünlüğünün neden gelişmediğini açıklıyor. Bir ders sırasında, Kıbrıslı Rum öğrencilerin İngiliz Okul’undaki Kıbrıslı Türk öğrencilere saldırılarını hatırlatmam gerekiyor mu? Saf bir şekilde, bu aşağılayıcı saldırıyı gerçekleştirenlerin derhal ve örnek teşkil edecek bir şekilde cezalandırılmasını bekledik, ancak başsavcının, bu eşkiyalar için herhangi bir suçlamada bulunmamaya karar vermesi ve takipsizlik kararı hayal kırıklığına sebep olmuştur.

15 Kasım 2015’te bir grup okul öğrencisinin Kıbrıslı Türk arabalarına saldırdığını, onlara ve arabalarına zarar verdiklerini hatırlatmam gerekiyor mu? Şimdiye dek davaları üç kez ertelendi. Bu kadar bariz bir davada, mahkemenin şimdiye sert cezalar vermiş olması gerekiyordu.Genel hissiyat, eninde sonunda bu öğrencilerin ceza almayacak şekilde birşeyler düşünüleceği yönündedir. Her zamanki gibi…

Bunu akılda tutarak, Crans-Montana’da aslında söyleneni yapmak için olan muazzam çaba gülünç oluyor çünkü biz Kıbrıslı Türklerin güvenini yeniden kazanmak için hiçbir şey yapmıyoruz, ki bu da bir anlaşmanın en önemli olmazsa olmazıdır. Ancak o şekilde kulağa hoş gelen “yeniden birleşme” kelimesi gerçek anlamını bulur.


Benzer Haberler

Evinde ölü olarak bulundu!

Voice Kıbrıs Haber

Trafik ekiplerinin kontrol maksatlı durdurduğu araçta uyuşturucu çıktı!

Voice Kıbrıs Haber

Lefkoşa derbisi Çetinkaya’nın

BRT

21. Orkide Yürüyüşü Dilekkaya Ormanı’nda gerçekleşti

Voice Kıbrıs Haber

Hasipoğlu “İsias Davası’nın olası kasta dönmesi gerektiğini bir kez daha gözlemledik”

TAK

Güneyden kuzeye atılan uyuşturucuyu alırken yakalandı!

Voice Kıbrıs Haber