FeaturedKIBRISVOI Özel Haber

Hüseyin Çobanoğlu: Ben nasıl büyüdüm?

Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrettiler bize. Ne her gördüğümüzü isterdik, ne de her istediğimiz olurdu. Ama bunalımlara girip çıkmazdık. Ertesi gün unuturduk. Bir giydiğini bir daha giymemek, önüne konan yemeği beğenmemek ne haddimize. Bunları sorgulayacak kadar zengin değildik. Hani bir kıyafetin miras gibi büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerden bahsediyorum. Sökülenin atılmayıp dikildiği, yıprananların yamalarla saklandığı günlerdi.

BRTK eski müdürlerinden Hüseyin Çobanoğlu da çok farklı yaşamadı.

Öylesi zor koşullarda bir yaşamım oldu ki çocuk yaşımda davar otlattım, koyun sağdım, yünlerini kırptım. Ağustos sıcağında günlerce tarladan balya da topladım…

Genellikle oyunlarımı hep tek başıma koyunları otlatırken ovada oynadım… Bir karınca yuvasını saatlerce izlerdim…

Eski ismiyle Lapatoslu (Boğaziçi) 1914 doğumlu Ahmet ile 1922 doğumlu Feride, kendi dönemlerinin zorlukları içinde 1940’lı yıllarda evlenir. Birlikte yaşamlarının hayat mücadelelerindeki geçimlerini, 10-15 koyun ve Ahmet’e amcası tarafından düğün hediyesi olarak verilen bir eşekten sağlamaya çalışırlar. 1950’li yılların başında, kuraklık yüzünden Lapatos’tan koyunlarını alıp Mağusa’nın Karakol bölgesine gelirler. Sezon sonunda, Lapatos’ta bir mal varlıkları olmadığı için Karakol da kalmaya karar verirler.

1953 yılına gelindiğinde, ailenin yaşadığı bir motor evinde dünyaya gelir Hüseyin. Doğum tarihi 2 Mart olarak  kaydedilmesine rağmen babasının ısrarlı söylemi 2 Şubat sabah 8:00’da doğduğu yönündedir.

Etrafında olup bitenlerin farkına varmaya başladığı 3-4 yaşlarındaki Hüseyin, babasının çok sinirli, tahammülsüz, bir o kadar da disiplinli olduğunu görür. Ekmeğini hayvanlardan kazanan babasının hayatında önce hayvanları gelirdi. Bu noktada Hüseyin Çobanoğlu “Babamın şu sözleri hala kulaklarımda çınlıyor ‘Sen onlara bakacan ki onlar da sana baksın'”

“Okuma yazması yoktu ama her hesabı şaşmaksızın kafadan yaptığı için Kafa Ahmet, Ahmet Çoo gibi lakapları vardı. Kendisine bir portakal verilse, tek başına yemez eve getirir ve bizimle paylaşırdı”. diyor gururla babası hakkında.

Hüseyin doğmadan, babası tüm kızgınlıklarını annesinden çıkarıyormuş. Bütün asabiliğine rağmen Hüseyin’e bir tokat bile vurmamış. Aynı şeyi annesi için söyleyemeyen  Çobanoğlu “Annemden çok dayak yedim” diyerek annesiyle ilgili anımsadıklarını anlatıyor.

“2- 3 Yaşlarımda konuşmaya yeni başlamıştım. Çok soğuk olmayan günlerde beni çuvala sarıp sarmalar ovaya götürürdü. Çok soğuk günlerde ise peşgire bir parça ekmek ve hellim koyar, beni komşulara bırakırdı. Komşular beni yemeğe çağırdıklarında yemezdim. Annem bana “kimseden bişey almayacan” derdi. Bir gün babam rahatsız olduğu için ovaya annemle beraber gitmiştik. Annem beni uyarmıştı, dikkat et de kuyu var diye. Nasıl olduysa,  ben kuyuya düştüm. Anam beni bulup kuyudan çıkardığında, yüzüm gözüm, yara bere içindeydi  ama dikkat etmediğim ve kuyuya düştüğüm için dayağı da yedim”.

Akranlarınız oyun oynarken, çocukluğu yoğunlukla hep çalışarak ve davar peşinde geçen Çobanoğlu, neler hissederdi o yıllarda?

Muhakkak olumsuz şeyler hisseder insan. O nedenledir ki,  hiç unutmadım. Neden unutmadığımı da bilmiyorum. Babam rahatsızdı ve bir yaz günü davara tek başıma bakmam gerekti. Sürülmüş bir tarlada tezeklere basa basa susuzluktan yanmış, dudaklarım çatlamış durumda davarı otlatırım. Etrafta da hiç kimse yok. Davarı da bırakamam. Tezeklere basar düşerim. Yürüyecek takatim kalmamış. Düşe kalka ayakta durma mücadelesi verirken susuzluktan ölmek üzereyim. Bir yudum su diye yalvarırken, oradan geçen Altınovalı (Aynagofo) biri bana su verdi. Bu olay sonrasında, bir yudum su benim Altınovalılar’a karşı özel bir ilgi ve hassasiyetimin oluşmasına sebep oldu. Ayrıca kendi kendime de, bir yerlere gelebilmek için çok ama çok çalışacağıma ve öylesi zor durumlarda olanlara da elimden geldiğince yardımcı olma sözü verdim.

Baban seni hiç dövmedi ama sürekli ders verici tavırları ve sözleri vardı diyorsun. Ne gibi şeyler söylüyordu?

Neler söylemez neler yapmazdı ki! Her yanlış hareketimde ters bakardı ben de yanlış yaptığımı algılardım. Ama babamın bana söyledikleri hep kulaklarımda çınlar şimdi.

“En büyük zenginlik, adamlıktır be oğlum. İstersen bir gün bir şey olasın, seni adam olarak hatırlasınlar. Çok paran olmasın olmayacak da zaten, hep bunu hatırla be oğlum.” derdi.

Sen Çuban Ahmet’in hem Heride’nin (Feride) oğlusun. Bunu bilecen a İseyin (Hüseyin)… Bundan fazlasını istemeycen. Hak edersan senin olacak. Hakkından fazlasını veren olursa da almaycan. Hakkın olmayanı alırsan, onu gat be gat  geri ödemek zorunda galın”. O nedenledir ki anacığım derdi ki; “Kimseden bir şey istemeycen İseyin (Hüseyin) verirlerse de almaycan. Sonra borçlu galın a oğlum”.

İkinci Dünya Savaşı dönemindeki yokluk içinde, Kıbrıs’ta baş gösteren çekirge istilasında, hayatlarını kazanabilmek için, çekirge de toplayıp satan annem babam bundan da ders çıkararak, “Hayat, cicim aylarından ibaret değil a oğlum . Cicim ayları gelir geçer. Daima yetinmeyi bilecen be oğlum.” derlerdi bana ve şu hikayeyi anlatırlardı.

Adam oğlunu panayıra götürmüş ve panayırda bir çift ayakkabı almış oğluna. Oğlu ise ayakkabıları aldıktan sonra “Baba atlıgarıncalara da binelim” demiş. Babası ise yetişmez ayakkabıları aldık bir de adlı garınca isteme. Yetinmeyi de bil demiş.

Bu sözleri kulağına küpe eden Çobanoğlu, ilk, orta ve lise tahsilini Mağusa’da tamamlar. Ortaokula gidip gelişlerini ise 5-6 kilometrelik yolu yürüyerek gidip gelen Çobanoğlu’na, lise başlangıcında  bir Cooper bisiklet alındığında Jaguar araba alınmış gibi sevinir.

Lise son sınıfa geldiğinde mücahitlik görevine de başlar. Nöbet sonrasında, kahvede arkadaşlarıyla kağıt oyunu oynarken kahve kapısından içeri giren babası “Napan a İseyin” diye seslenir. Babasının sesiyle birlikte, elindeki kağıtları düşüren Çobanoğlu, bundan çok utanarak bir daha eline oyun kağıdı almaz. Babasına karşı büyük bir saygısı vardır. Bu yüzden, hayatı boyunca babasının önünde ne sigara içmiş ne de babasının önünde ayak ayak üstüne atmış.

Zeki ve çalışkan bir öğrenci olan Çobanoğlu, lise tahsili ile mücahitlik görevini tamamlar. Yaşamındaki tesadüfler içinde,18 yaşındayken yine bir tesadüfle 1971 yılında Bayrak Radyosu’nda işe başlar.

Kapalı bir yaşamın sonrasında, biraz da çalışıp para kazanmanın özgüveniyle, hay haşeme (Eğlence) dalan Çobanoğlu’nun, Mağusa’ya gidişleri azalır. Bunun tehlikeli bir gidişat olduğunu gören babası, “Artık bu İseyin’in başını bağlamak gerekir” diye düşünür. Karakol’daki bir akrabasını ziyarete giden Aydınlı (Ayanni) Suzan’ın, hal ve tavırlarını beğenen Ahmet-Feride çifti,1973 yılında oğullarının başını bağlar.

Aydın (Ayyanni) denikah töreni yapılır. Ardından ise düğün töreni için hazırlanmaya başlarlar. Yıl 1974. Barış Harekatı gerçekleşir. O sıralar Çobanoğlu, Lefkoşa’ da Bayrak Radyosu’nda görevi başındadır. Nikahlısı Suzan Hanım ise Baf’ın Aydın (Ayanni) köyünde mahsur kalır. Bu duruma bir çare bulmaya çalışan Çobanoğlu, çalıştığı Bayrak Radyosu’nun (Mesaj Saati) isimli programı kanalıyla, eşine şifreli bir mesaj gönderir.

İlk fırsatta, Gözlerinin rengi olan engin bölgeye git” Suzan Hanım’ın göz rengi, Mavi’ydi. Bu mesaj İngiliz bölgesi olan, denize yakın Paramal’a gitmesi anlamındaydı. Ayyanni’den Limasol’a üzüm taşıyan Osman Ratip’in kamyonunda gerçekleşir. Kamyon içindeki, üzümler arasına saklanan Suzan Hanım, Paramal’a gider. Daha sonrasında, Çobanoğlu yine gizli bir yol ile eşini, Lefkoşa’ya getirtir. Beyaz gelinlik giymesi nasip olmayan eşi Suzan Hanım ile yaşam mücadelesine Lefkoşa’da devam ederler. Bu mutlu birliktelikten oğulları Ahmet ile kızları Sezgi dünyaya gelir.

Karakterindeki içe dönüklüğün, aileden gelen bir durum olduğunu,  açık yüreklilikle dile getiren Çobanoğlu, birbiri ardına eklediği sözlerle devam ediyor hayat hikayesini anlatmaya.

Oğlumuz Ahmet doğduğunda, eşim ve ben de çalışıyorduk. Bu yüzden Ahmet’i Mağusa’ya anneme götürmüştük bakması için. Sadece hafta sonları gidip görebiliyorduk, sevebiliyorduk çocuğumuzu. Bu vesile ile her hafta sonu annemi, babamı da, hem ziyaret etmiş olurduk hem de işleri konusunda da yardımcı olmaya çalışırdık. Şöyle ki, eşim ile birlikte, gızıl güneşin altında, tarladan çok balya topladığımız dün gibi gözümün önündedir. Hatta (Rahmetlik babama) derdim ki, “Baba birilerini bulalım da toplayıp yüklesinler kamyona.”

Cevabı ise kulaklarımda çınlıyor hala.

“A İseyin, bizim toplayıp daşımamız en eyisidir. Gendi işini gendin görürsan en hayırlısıdır be oğlum.”

Oğlumuz  Ahmet’e 5 yaşına kadar, kızımız Sezgi’ye ise 3 yaşına kadar hep rahmetlik anacığım bakmıştı. Daha sonra Lefkoşa’ya yanımıza almıştık.

Bayrak Radyosu’ndaki  görevi devam ederken 1976 yılında kurulan Bayrak Televizyonu’na aktarılan Çobanoğlu, artık bir televizyoncudur.

Ben de 1983 yılında görev aldığım Bayrak Radyo Televizyonu’nda tanımaya başlamıştım. Çobanoğlu ayrıca BAY-SEN Başkanı’ydı. BRT Kurumu’nun (Bayrak Radyo Televizyon Kurumu) çeşitli kademelerinde görev alan Çobanoğlu, 1990 yılında kurum müdürlüğüne vekaleten atanır. Sırasıyla 1990-1994, 1999-2004, 2012-2013 BRTK müdürlüğü görevinde bulunur. Birlikte çalışma şansı bulduğum ve şu anda da, BRTK Yönetim Kurulu Başkanı olan Çobanoğlu ile ilgili, benim söyleyebileceklerim “Tamamen bir iş aşığı,örnek aldığım çok iyi bir televizyoncu, iyi bir aile babası, zeki ve duygusal, ailesine, ülkesine ve toplumuna bağlı, toplumsal değer yargılarını önemseyen, yardımsever, kin tutmayan, affedici ve yüreği sevgi dolu bir kişilik” diye nitelendiriyorum.

Annesin, babasının tek çocuğu olan Çobanoğlu 2012- 2013 son BRTK müdürlüğü sırasında babası artık yaşlanmış ve biraz da rahatsızdı ve babasını ziyarete gitmişti. Orada babasıyla yaşadıklarını şöyle aktarıyor Çobanoğlu.

Babam son zamanlarında ben BRT müdürüyken işle ilgili bir telefon konuşmama şahit olmuştu ve dönüp bana şöyle seslenmişti. ”Öyle idarecilik olmaz! Bu ne yumuşaklık! Topuzu elinden bırakan çuban, sürüsüne hükmedemez. Çubanın elinde deyneği görmeyen davar daima ziyana gider be oğlum. Sen idarecisin. İdareci isteklerini söyler personeline. Sen canımlı cicimli gonuşursan olmaz” diye tepki göstermişti. Belki de haklıydı. Ama benim yapım da bu.

Hüseyin Çobanoğlu ile ilgili benim dahi bilmediğim bakalım başka ne özellikleri varmış. Merakla dinliyorum anlatacaklarını.

Annemin sürekli ovada  babama yardım etmek için oluşu, her türlü yemeği pişirebilmeyi öğretti bana. Bugün oldu eve gelen misafirlere dahi kahveyi ben pişiririm. Annemin, evde babamdan görmediği yardım konusunu, kendimde geliştirerek hep eşime yardımcı olmaya çalıştım. (yemek yapma konusu dahil)

Hıçkırarak Hiç Ağlamadım

Babam sevgisini gösterebilen biri değildi. Ben de öyleyim ki çocuklarımı kucağıma alıp sevemedim. Ama torunlarımı kucağıma alıp seviyorum. Yumuşaklığım, insan sevgim, evcil oluşum, sevecenliğim annemden aldığım yanlarım. Annem beni çok severdi. Sevgisini gösterirdi. O nedenle hep annemin dizi dibindeydim. Annemi, babamdan daha fazla severdim. Ama babama da çok saygıyla bağlıydım. O kadar ki, babamın karşısında ne sigara içtim ne de ayak ayak üstüne attım. Hatta hayatım boyunca babamın istediklerine veya söylediklerine hiç hayır demedim.

Babamdan yaptığım işin en iyisini yapmaya çalışmayı öğrendim. Hayatta hırslı değilim. Ama işimde de hırs sınırı da tanımam.

Babamı kaybettiğimde hiç hıçkırarak ağlamadım. Çünkü birbirimize karşı görevlerimizi en iyi şekilde yerine getirdiğimiz inancım vardı. Ama ölümünden sonra sürekli mezarını ziyarete giderim. Hele çözümsüz kaldığım anlarda hemen mezarına gider dertleşir ve rahatlarım.

Annemde daha büyük bir acı hissettim.

Babam Bana Günlerce Dargın Kalmıştı

Annen ve babanla zor koşullar içindeki yaşamınızda, içinizi en çok acıtan ve yüzünüzü gülümseten iki olay diye soruyorum Çobanoğlu’na;

Bazı hayvanlar yavrusunu kabul etmez ve dolayısıyla emzirmez. Öyle bir durum içinde annemle babam cebelleşirken, ben de gidip o hayvana bir tekme atmıştım. Babam o sinir içinde, hayvana attığım tekmeyi kendine karşı yapılmış bir hareket olarak algılamış ve günlerce bana dargın kalmıştı. Babam bana barışana kadar çok ağlamış ve çok yalvarmıştım.

İkincisi ise; Lassi diye bir köpeğimiz vardı. Komşu çocuğuna zarar verir düşüncesiyle tutup bağladım ve tekme attım. Köpek de üzerime atlayıp kolumdan ısırmıştı. Babam eve gelip beni yaralı görünce tüfeği alıp vurmak istedi Lassiyi. Çok yalvarmama rağmen yine de vurdu babam ve  şunu söyledi. “Bak oğlum bunun dişine kan bulaştı, onun için bu Lassi’den artık hayır gelmez” ama ç0k içimi acıtan olaylar  oldu bunlar.

İçimi gülümsetenlere baktığımda, şunları söyleyebilirim: O zor şartlar içinde yaşadıklarımı tekrardan yaşamayı çok isterdim. Daha avantajlı hayatı istemezdim. Aynı odada yer aynı odada yatardık, ama çok daha mutluyduk. Sevgi saygı ve muhabbet vardı.

Son olarak söylemek istediklerini soruyorum Çobanoğlu’ na büyük bir merak içinde

Kim olduğumu, nereden geldiğimi, dolayısıyla haddimi aşmamak adına, hakkımı hep başkaları teslim etsin istedim. Ekonomik davranmak ve yarınlara daha emin adımlarla gitmeyi babamdan aldım. Şartlar,imkanlar ne kadar değişmiş ve gelişmiş olursa olsun, insanlar kim olduklarını, nereden geldiklerini, yani köklerini unutmasınlar. Çocuklarını ailelerini sevsinler. Sevgisiz hiçbir şey olmaz çünkü. Aileler çocuklarına hayatın bir mücadele olduğunu öğretmeden ve yaşamalarına fırsat vermeden, her şeyi sunmasınlar. Hazırcılığa alıştırmasınlar. Toplum olarak da nerelerden geldiğimizi asla unutmayalım…

Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrettiler bize. Ne her gördüğümüzü isterdik, ne de her istediğimiz olurdu. Ama bunalımlara girip çıkmazdık. Ertesi gün unuturduk. Bir giydiğini bir daha giymemek, önüne konan yemeği beğenmemek, ne haddimize. Bunları sorgulayacak kadar zengin değildik. Hani bir kıyafetin, miras gibi büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerden bahsediyorum. Sökülenin atılmayıp dikildiği, yıprananların yamalarla saklandığı günler.

İşte bu yüzden her anne iyi bir terzi ve her baba yenilerini alamadığı için içi biraz buruk olurdu. Ama modayı yinede takip ederdik biz. Mesela; ipten kemerlerimiz, çoraplardan eldivenlerimiz vardı.

İşte bu yüzden emek, ekmek ve sevgi, bizim için nimettendir….

Cemal Dermuş

Röportaj tarihi:3/02/2014


Benzer Haberler

Hasipoğlu “İsias Davası’nın olası kasta dönmesi gerektiğini bir kez daha gözlemledik”

TAK

Güneyden kuzeye atılan uyuşturucuyu alırken yakalandı!

Voice Kıbrıs Haber

Tatar “KKTC Doğu Akdeniz’de huzur ve güvenin anahtarı”

TAK

Hekimler Sendikası’ndan 28 Nisan “Sağlıkçıya Şiddete Hayır Günü” mesajı

Voice Kıbrıs Haber

“RFA Cardigan Bay” ve “Jennifer” Gazze’ye gitmek üzere Güney Kıbrıs’tan yola çıktı

TAK

Doç. Dr. Arif Akkeleş hayatını kaybetti!

Voice Kıbrıs Haber