FeaturedKIBRISVOI Özel Haber

Beni sevmeyen insanları da severim

süleyman ergüçlü

   Süleyman Ergüçlü ile Ağustos’un en sıcak günlerinden birinde Bandabulya’da buluştuk. Çocukluğundan, 63 olaylarından ve biricik kızı Hazar’ı ekranda ağlarken izlediğinde neler düşündüğüne kadar pek çok konuda konuştuk. Kızına yazdığı şiiri okurken duygulandık… “Nişanlınızla düğün ne zaman?” diye sorduğumda ise kahkahalarla güldük.

Bandabulya esnafının ve ziyaretçilerinin seslerinin oluşturduğu fon eşliğindeki sohbet benim için tam bir “Eziyet”ti.

Ergüçlü’nün hikayesi, Köroğlu ailesinin güzeller güzeli kızı Mürüde Hanım’ın, tanınmış spor hocalarından Kara Yusuf olarak da bilinen Yusuf Salih ile evlenmesiyle başlar.

Ailenin son üyesi olan Süleyman 25 Ağustos 1954 yılında Lefkoşa’da doğar. Süleyman’ın doğumunu ataerkil bir aileden gelen ve tam bir Osmanlı kadını olan anneanne Cemaliye Hanım büyük bir sevinçle karşılar. Süleyman henüz dokuz yaşındayken babasını kaybeder ve o günden sonra evin erkeği olarak kabul edilir. Babasının ölümü ve hemen ardından başlayan 63 olayları, Süleyman’ın çocukluk hatıralarını hep burukluk içinde anımsamasına neden olacaktır.

Süleyman Ergüçlü’nün Anamur’da faaliyet gösteren Kıbrıs’ın Sesi askeri radyosunda redaktör-spiker olarak göreve başlaması Kıbrıs medyasında uzun yıllar vereceği mücadelenin ilk adımıdır.

Kıbrıs’ın Sesi’nden sonra Bayrak Radyosu’nun kadrolu personeli olarak çalışmaya başlayan Ergüçlü, sonrasında Kuzey Kıbrıs Haber Ajansı’nda çalışmaya başlar. 11 Temmuz 1989’da yayın hayatına başlayan Kıbrıs Gazetesi’nde Yazı İşleri müdürüdür.

İngiltere’de bilgisayar eğitimi veren The School Of Computer Technology’den mezun olan Ergüçlü adada kimse interneti bilmeden internet gazetesi açar. Adanın ilk internet gazetesi olan Kimgazet’i hayata geçirip reklam almak için işadamlarını ziyarete gittiğinde “Pardon internet ne?” sorusuyla karşılaşır.

Bir sektörün önünü açan Ergüçlü o yılları anlatırken ben 1996 senesini düşünüyorum. Neredeyse 20 yıl önce bu vizyona sahip bir gazeteciyle aynı çatı altında çalışmış olmaktan gurur duyuyorum.

2001 yılında Genel Yayın Yönetmeni olarak Kıbrıs gazetesine tekrar dönüş yaptığı gün ben de oradaydım. Kapıdan girişini, rahmetli Omaç Başat ile birlikte kullandığımız odamızın tam karşısındaki odasına yerleşmesini çok iyi hatırlıyorum. Ofisten çıktığımda parmak uçlarımda yürüyerek geçerdim odasının önünden. Odasının kapısı her zaman açık olurdu ama içeri girmeye çekinirdik.

Süleyman Ergüçlü Kimdir? diye sordum, şiir gibi bir yanıt geldi,

“Kendine göre iyi bir babadır, Çocuklarını ve torununu çok sever. Onlar için her şeyi göze almaya hazır bir babadır. Bu memlekete 40 yılını vermiş bir insandır. 63 yaşındadır. Hayatından bazı dönüm noktaları da şöyledir: 4 yaşında 1958’de İngiliz askerlerinin göz yaşartıcı bombası ile tanışmıştır. 9 Yaşında babasını kaybetmiştir. Aynı yıl 63’de toplumlar arası çatışmaları yaşamıştır. 1969’da henüz 15 yaşında eline silah almak zorunda kalmıştır. Hem öğrencilik hem mücahitlik yapmıştır. O kadar kahramanlık hikayeleri de hep hikayedir. Ben 15 yaşında mücahit olup nöbete gittiğimde karşımdaki aşağı yukarı benim yaşımda olan Rum askerinden değilde karanlıkta yalnız kalmaktan korkardım. Ve daha sonra üzülerek söylerim 20 yaşımda 74’de savaşmak zorunda kaldım. Dolayısıyla benim bu söylediklerim aşağı yukarı Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde benim yaşlarımda olan hemen hemen herkesi kapsar ve ne derlerse desinler duygular, korkular hep aynıdır.”

Sohbet sırasında, çocukken sizi ne mutlu ederdi? diye sorduğumda “Karnımızı doyuracak bir şey bulup yediğimizde mutlu olurduk.” cevabı ise gün boyunca boğazımda bir düğümün oluşmasına neden oluyor…

Soyadınızı babanız hayatta olmadığı için siz almışsınız, neden Ergüçlü?

“Babam, Lefkoşa Sancağı 1. Serdar’ıydı. Kara Yusuf olarak bilinirdi. Soyadımı alacağımda, mecburen ailede tek erkek olarak ben soyadımızı almaya gittim. Babamın arkadaşları dediler ki soyadı olarak babanın kod adı olan Güçlü’yü alman lazım. Annem buna çok mutlu oldu. Güçlü soyadı başkası tarafından alındığı için memur Güçlü’nün önüne arkasına bir şeyler ekleyelim dediğinde olur dedik. Güçlüer’e baktık alınmıştı bizde başına “Er” koyduk ve Ergüçlü’lük ordan gelir.”

Kedisinden bahsederken “İyi bir insan olmaya çalışır Süleyman Ergüçlü hep. Güzellikler peşindedir. İnsanları sever ve bencil bir insandır Süleyman Ergüçlü. Hatta bunla ilgili birde şiirim var. O anlamda bencilim.” dedikten sonra şiirini okuyor. Bense “Eziyet”le dinliyorum.

BEN BENCİLİM

Ben bencil bir insanım.

İnsanları, hayvanları, doğayı severim.

Beni sevmeyen insanları da severim.

Bencilce severim.

Sevgi denen o güzel ve pozitif duyguyu sürekli içimde taşımak için,

Onlar sevgi içermeyen negatif duygular taşımak istiyorlarsa bu da onların sorunu.

Çocuklara küçük de olsa hediye vermekten bencilce bir keyif alırım

Çocukların gözündeki o mutluluğu görmek beni pozitif duygularla doldurur.

Ben bencil bir insanım”

Gazetedeki yıllardan konuşuyoruz. 80’li 90’lı yıllarda gazetecilik yapmak ve etkili bir gazetenin başında olmak kolay bir iş olmamalı, diyorum. Topluma o dönemde yön veren kişilerden biri olduğunu söylüyorum.

“O dönem topluma yön vermek isteyenler gazeteyi kullanmak isterdi. Bizim düşündüğümüz gibi değil de kendi isteklerine göre yön vermek isteyen kişiler bize sürekli baskı yaparlardı. Sevecence, sertleşerek çeşitli yollarla baskılara maruz kalırdık. Çok zorluklar yaşadık. Tamamen strese bağlı burnout denilen bir hastalık geçirdim. O hastalığı geçirirken yaşadığım çok ilginç bir olay var. Doktorum Sıla Usar bana burnout teşhisi koyduğunda. Tamamen psikolojik bir hastalık olduğunu söyledi ve “Şu an telefonunu da bırakarak tatile çıkıyorsun. Bunun ilacı bu.”dedi.

“Aman doktor, olamaz kopamam gazeteden” dedim.

“Hayır kopacaksın, sağlığın için bunu yapacaksın.” dedi.

Hemen eşimle birlikte tatile çıktık. Ben gazetedekilere çok önemli bir şey olursa, beni eşimin telefonunda arayın dedim. Türkiye’de tatil yapıyoruz. Müthiş eğleniyoruz. Telefon çaldı. Gazetenin başındaki yardımcım olan arkadaş aradı. “Çok özür dilerim Süleyman Bey, bugün gazetede çok büyük bir hata oldu.”

“Ne oldu?”

“Bir spor muhabiri bir futbol hakemi arkadaş hakkında spor şefine şaka yapmak için i..e hakem yazdı. Spor şefi önemsiz maç dedi ve yazılan haberi okumadı. Spor muhabirinin sırf şaka olsun diye yazdığı şaka haberde tashihçilerin gözünden kaçtı ve yayınlandı… Haberde “Falan maç oynandı maçı i..e hakem XXX yönetti diye çıktı.”

Konuşması bittiğinde ikimizde gülmeye başlıyoruz. O gün yaşananları bende kendi gözümden ona anlatıyorum.

Yasemin Devrimi’ni o dönemin şahidi olan bizler biliyoruz ama şimdiki gençler bilmiyorlar. Bize Yasemin Devrimi’ni ve Süleyman Ergüçlü’nün Yasemin Devrimi’ndeki rolünü anlatır mısınız?

“Yasemin Devrimi, planın kabul edilmesi için bir girişimdi. Annan Referandumu’nun olduğu yıl, o planın çok uygun bir zemin olduğunu düşünüyordum. Gazetenin sahibi de aynı fikirdeydi. Biz medya grubu olarak bunu desteledik. Kişi olarak ben de aktif rol aldım ve destek verdim ama maalesef olmadı. Orada istediğimiz hem Rum hem Türk tarafına adil bir çözümü getirmekti.”

Süleyman Ergüçlü, sosyal medya hesaplarından paylaşım yaparken eşinden “Nişanlım” diye bahseder. Eşi Neşe Ergüçlü’ye olan aşkının tazeliğinin simgesi diye düşünüyorum.

Nişanlınızla düğün ne zaman? diye sorduğumda Ergüçlü kahkahalarla gülmeye başlıyor ve çok romantik bir cevap veriyor.

Her eziyet gecesi, bizim için düğün.”

Çocukluk yılları yokluk ve savaşla geçen, gülmeden büyüyen pek çok çocuk gibi Ergüçlü de insanları güldürmeyi, gülmeyi ve hayatı yaşamayı çok iyi biliyor diye geçiriyorum içimden…

“Derya bu dünyada bir kahkaha atmak, bir şeyler kazanmaktır. Bir tebessüm etmek bir şeyler kazanmaktır. Birisini mutlu etmek çok daha büyük bir kazançtır.” diye konuşurken konu kızı Hazar’a geliyor.

Ataerkil bir ailede büyümüş olmanıza rağmen Hazar gibi kendi ayakları üstünde duran böylesine güçlü bir evladı nasıl yetiştirdiniz?

“Bu değişik bir soru.” dedikten sonra “Sende bilirsin her zaman kimliği kişiliği olan ağır bir çocuktu. Hiçbir zaman ezik bir çocuk olmadı. Kendi karakteri böyle. Çocukluğunda ben yanında yoktum ki, Hazar bana yazmayı öğrendiğinde küçük bir not yazmıştı. Hala saklarım. Babası Hazar’ı çok sevsin, Hazar’ı unutmasın gibi bana özlemini anlatan cümlelerden oluşan bir not yazmıştı.”

Hazar, babasına olan özlemini notla anlatmakla kalmayıp kompozisyon dersinde yazdığı satırlarla da anlatmış. Öğretmeni, Neşe ve Süleyman Ergüçlü’yü okula çağırmış. O günü anlatırken sesindeki burukluğu hissedebiliyorum.

“Hazar aileyi anlatan bir kompozisyonda annesini ve onun kişiliğini anlatmış. Sıra babayı anlatmaya gelince “Babam hakkında çok fazla bir şey yazamayacağım çünkü babamı görmüyorum.” diye yazmış. Eve gittiğimde Hazar uyuyordu, sabah okula gittiğindeyse ben uyuyordum. Göremiyordum. Öğretmen ağlamaklı bir sesle “Lütfen tedbir alın.” demişti.”

Nasıl telafi ettiniz?

“Şimdi de uzağız, o İstanbul’da yaşıyor. Özlüyorum.” dedikten sonra kızı için yazdığı şiiri okuyor.

“Seni istiyorum, ben seni istiyorum…

Bu kadar sevdiğimi bilmiyordum yanımdayken.

Ben seni çok seviyorum.

Ben seni istiyorum.

Ben seni özlüyorum.

Karşılıklı sigara tüttürmeyi, saçmalıklar yapmayı özlüyorum.

Sen yoksun.

Sen yelkenleri okyanusa açmışsın.

Sen İstanbul’dasın yanımda değil.

Ben seni istiyorum, ben seni özlüyorum.

Ben seni seviyorum hem de çok.

Hazar’ı ekranda izlemek nasıl bir duygu?

“Çok ilginç. Ona kötü davrandıklarında, ağladığında hemen yerimden doğruluyorum. O ağlayınca bende üzülüyorum. Yalandan olduğunu bile bile üzülüyorum.”

Torun baldan tatlıdır derler, doğru mu?

“Ee öyle… Hepsinin yeri ayrı. Oğullarımın yeri de ayrı, kızımın da ve torunumun da. Her şeyin ötesinde bir yerleri var. Hepsini çok seviyorum.”

Ağlar mısınız?

Mutluluktan da ağlarım ben. Kolay ağlarım.

Süleyman Ergüçlü neden vazgeçmez?

“Sevmekten vazgeçmez.”

Arda Gündüz’ün sizin yazdığınız “Lefkoşa” ve “Söyle” şarkılarınızı söylerken ne hissediyorsunuz?

“Arda’yı dinlerken çok mutlu oluyorum. Şarkıya başladığında nakarat bölümünü herkes birlikte söylüyor. Öyle mutlu oluyorum ki, bu bir zenginlik benim için.”

Lefkoşa Surlariçi’nin güzelliğinden, Ergüçlü’nün Lefkoşa’ya olan aşkından sohbet ederken;

“Şimdi çok mutluyum ve Surlariçi’ne geri dönüş başladı. Gençler ilgi duyuyorlar ve geliyorlar. Çok güzel bir şey. Bu şehir yaşayacak demektir.” diye sevinçle bahsediyor, bahsettiği sanki bir şehir değil, yıllardır saçlarının okşamaya doyamadığı sevgilisi…

Lefkoşa sokaklarında avlulu bir evde uyanıp güne başlamanın ne kadar güzel olabileceğinden bahsediyoruz. Büyük dedesinin, Arap Ahmet Bölgesindeki Köroğlu Sokağında yaşadığı evden konuşurken oraya gitmeye karar veriyoruz.

40 yılı aşkın bir süre medyaya emek vermiş, sektördeki en önemli isimlerin hocalığını yapmış Ergüçlü ile ilgili bu satırları yazmak benim için zor bir sınav biliyorum. Ancak bu yazıyı sınavdan çok “Eziyet!” olarak görüyorum.

(Eziyet: Süleyman Ergüçlü’nün keyif aldığı anları sosyal medya da paylaşırken kullandığı bir kelimedir.)

Derya Atamer

Fotoğraflar: Halil Gündüzler


Benzer Haberler

‘Organlarımız toprak olmasın, bir başkasına hayat olsun!’

Güneyde yüzde 3,55 kişi askerliğini erteledi

Voice Kıbrıs Haber

Dövizde son rakamlar

Ek mesailer bugün ödeniyor

Voice Kıbrıs Haber

Güneyde uyuşturucuya rekor hapis cezası

Voice Kıbrıs Haber

‘Orams davasındaki karar geçerliliğini koruyor’