FeaturedVOI Özel Haber

Yaşamıyla Barışık Bir Kadın…

Ülvan Polili

Ben kendimle, yaşamımla barışık biriyim ve başkasının bana değer vermesi için önce kendime değer vermem gerektiğini bilirim… Sevginin gücüne hep inandığım için, sevgimi göstermekten hiç çekinmem… Kendimi de sever ve değer veririm. Hatta arada bir kendimi şımartırım da ve dönüp ben buna değerim de derim…

Voice of the Island 2017 – Cemal Dermuş

Ülvan Hasan (Polili)

Baf – Poli – Hirsofu kökenli Hasan, henüz reşit olmadan 2. Dünya Harbi’ne babası Ali ile birbirlerinden habersiz, İngiliz askeri olarak katıldı. İngiliz ordusundaki lakabı Gandi’ydi. Oysaki aile lakabları Polili idi. İkinci Dünya Harbi sonrasında Kıbrıs’a dönen Hasan Ali yine babası ile Lefke’deki CMC madeninde çalışmaya başladı. Kıbrıs’ta sendikal tarihe damgasını vuran genel bir grev kararı alındı. Yıl 1948, Rum-Türk sendikalarının ortak genel greviydi. Grev esnasında çıkan bir arbedede Hasan Ali’nin savurduğu bir yumruk, polisin burnunu kırmıştı. Olaylara karışanlar topluca yargılanmış ve Hasan Ali de 18 ay hapse mahkûm edilmişti. İyi halden kısa süre sonra serbest bırakılan Hasan Ali Hirsofu köyüne döndü.

Artık evlenme çağına gelmişti. Hayat mücadelesindeki yolda birlikte yürüyeceği eş seçimini köylüsü olan Nevsal Hanım’dan yana kullanıp evlenmişlerdi.

 Yeni aile, yaşam mücadelesi, Lefke ve Ülvan Hasan (Polili)…

Yaşamına Lefke’de devam eden Hasan Ali’nin anne ve babası da burada yaşıyordu. Hasan – Nevsal çifti, Hirsofu’da çok toprak sahibi ailelerin çocukları değildiler. Bu nedenle Hasan Ali’nin daha önce Lefke madeninde çalışması ve Lefke’yi bir âşık gibi sevmesi hasebiyle, evlilik sonrasında Lefke’ye yerleşme kararı alındı. Aile

Hasan Ali (Polili) evlilik sonrası Lefke’ye yerleşti, lakin CMC madeninde çalışamazdı. Çünkü 1948’deki olayda kara listeye alınmıştı. Buna rağmen iş imkânları daha fazla olması nedeniyle Lefke seçilmişti.

Kısa süre sonra aileye, ilk çocuk olan Ali Hasan, ardından da 5 Ağustos 1951’de Ülvan Hasan (Polili) katıldı. Aile büyümüştü ve hayat şartları zordu.

Hasan Ali Hirsofu köyüne geri dönmeye karar verdi. Köyde anne babasının evinde oturarak kendi evini yapmaya çalıştı. Kendi evlerini yapıp bir süre Hirsofu’da yaşadıktan sonra, yeniden Lefke’ye göç etti.

 Ülvan Hanım ve abisi köy ilkokulunda okumaya başladıkları için,  köyde kalıp sadece Şubat ve yaz tatillerinde Lefkeye gidiyorlardı. Üivan Hasan (Polili) o günlere gidip şöyle özetliyor anılarını…

“İlkokula Hirsofu’da başladığım sırada ailem tekrardan Lefke’ye taşınmıştı. Abim ile ben Köyde bırakılmıştık. Şubat ve yaz tatilinde bizi yanlarına alacaktılar. O sırada babam,  Gemikonağı’ndaki Teyfik Bey’in gazoz fabrikasında şöför olarak çalışıyordu. Fabrikada Fikret Kola diye bir kola da üretiliyordu. Şubat tatilinde anne babamızın yanına gelmek için, Hirsofu’dan otobüse bindirildik. 7 ve 8 yaşlarında iki çocuktuk. Anne babamıza kavuşma heyecanımız doruklardaydı. Otobüs içerisinde,  heyecanlı, özlem dolu ve korkmuş bir durumda Gemikonağı’ndaki polis karakolunda indirildik. Bizi alması için babama haber verildi. 10- 15 dk sonra babam gelip bizi aldı ve gazoz fabrikasına götürdü. Çünkü öğlen saatiydi ve babamın mesaisi devam ediyordu. Hayatımda unutamayacağım anlar içerisindeki ilklerdendir o an. Lakin O karşılaşma anında babamızın bize sarılıp öptüğünü anımsamıyorum. Oysa yüreği sevgi doluydu. Ama sevgisini gösteremezdi. Bizleri çalıştığı fabrika avlusuna bırakıp tembihler ettikten sonra işine gitmişti. Fabrika sahibinin çocuklarıyla oyunlar oynamıştık gazoz kapakları ile. Paydos sonrası eve gittiğimiz zaman annemin tavrı bambaşkaydı.

Ana işte! Hemen bizleri kucaklayıp, öpüp koklaması ve sevmesi bambaşka bir duyguydu. 2- 3 aylık aradan sonra babamız tarafından karşılanmak da çok güzeldi ve çok da mutlu olmuştuk. Lakin annem gibi kucaklanıp sevilmemiştik babam tarafından.

 Şubat tatili,  çabucak bitmişti. Tekrardan Hirsofu köyüne gitme vakti geldiğinde tek başıma gönderilmiştim. Abimin eğitimine Lefke’de devam etmesi yönünde karar alınırken, ben köye anneannemin yanına gönderilmiştim. Bu çok da adil bulduğum bir davranış değildi. Fakat benim için en kötüsü otobüs yolculuğu olduğu için, bir an önce yolculuğun bitmesi için de hep dua etmiştim.”

İlkokul birinci sınıfı, Poli- Hirsofu’da bitiren Ülvan Hasan (Polili), tekrardan Lefke’ye döner ve yaşamına ailesinin yanında devam eder. Tabi ki eğitim hayatına da.

Lefke kasaba olmasına rağmen, köy hayatına da alışık olan aile, evlerinde mutlaka keçi, tavuk gibi hayvanlar da beslemekteydi. Ayrıca aile içerisindeki her bireyin de ayrı ayrı görevleri vardı.

Çekirdek aile nüfusu çoğalmış ve anne baba ile 6 çocuk olmak üzere, 8 nüfuslu bir aile olmuşlardı. Ülvan Hanımın görevleri, diğer kardeşlere göre daha fazla. Görevleri arasında yumurtaları toplamak, tavuk kümesini süpürmek, ondan sonra doğan diğer kardeşlerinin odalarını toplamak, hatta hatta abisinin odasını toparlamak ve eve gelen misafirlere kahve pişirmek de vardı. Çocuk yaştaki Ülvan Hasan (Polili)  akranları oyun oynarken onun oyun oynama zamanı kalmamasına isyan ediyordu ve isyanını şöyle dile getirmişti.

“Bundan böyle kahve yaparsam parasını da alırım dedim. Sonrasında yaptığım her kahvenin parasını da almıştım. Bu defa da babam isyan edip, ” E iyi vallahi! Kahveyi, şekeri, tüp gazı ben alayım, sen sadece emek koy ve kahve yaptığın herkesten tam kahve parası al. Ne kadar adilsin” diye sitem edince artık kahve parası almaktan vaz geçer.

Kahve konusunda annesi Nevsal Hanm’ın da öğretikleri vardır. Kahve pişirildikten sonra kesinlikle diğer bulaşıklara katılmadan ayrı yıkanmalıydı. Açıklaması ise, kahve yağsızdır ve diğer bulaşıklara cezve karıştığı zaman daha zor yıkanır. Bu yüzden kahve pişirildikten hemen sonra cezve yıkanıp kaldırılmalıdır. Bu öğreti, Ülvan Hanımın bugün hala uyguladığı bir öğreti olmuştur.

Bizim evimizin Kuralları vardı. Madenin 5 borusu çaldığında herkes evde olmalıydı. Bu babamın koyduğu bir kuraldı. Geciktiğimiz zaman ceza yerdik. Ceza şekli olarak dayak, çok nadiren gördüğümüz bir ceza şekliydi. Ama madenin 5 borusuna da şartlanmıştık. Diğer bir kural ise akşam yemeği sırasında bütün aile koşulsuz masa etrafına oturmak zorundaydık. Yemek ayırt etmek veya beğenmeme lüksümüz ise hiç yoktu hiç yoktu. Babam derdi ki “Yemek saatinde masada olmayan yemek hakkını yitirmiş olur”

Çocukluk dönemimiz içerisinde hepimizin anne babamızdan aldığımız ve bizleri etkileyen cezalar da vardır. Peki, Ülvan Hanım bu konuda neler söyliyecek.

“O dönemlerde çocuklar evde az zaman geçiriyorlardı. Oyun saatlerini diğer ailelerin çocuklarıyla dışarda geçiriyorlardı. Lefke bahçelik bir yerdir ve bahçelere de gidip oynuyorduk. Bir gün, iki erkek kardeşim, ben ve küçük kız kardeşimin olduğu bahçe dolaşmamızda, küçük kız kardeşim bir dikenli tele takılıp ayağı yırtıldı. Ben henüz 9 yaşımdaydım. Eve geldiğimiz zaman annem, “Sen ki ablasın, neden çocuğa bakmadın da ayağını yırttı” diye beni cezalandırdı. Cezanın şekli tokatlanmaktı. Erkek kardeşlerime bu konuda bir suç veya sorumluluk yüklemedi. Bu beni çok negatif etkileyen bir ceza oldu. Bu cezayı adil de bulmamıştım. Abla olmak cezalandırılmak mıdır gibi düşünmüştüm. Bu yüzden, abla olmaktan sıkıldığım veya bunaldığım çok zamanlarım olmuştu o yaşlarımda. Hem abla olmak hem de evin büyük kızı olmak, bu konuda bana verilen roller, sorumluluklar, giydirilen gömlekler uygulandığı sırada çok hoşuma gittiğini söyleyemem. Bu nedenle, annemi de sorgulamıştım. Annem ise, ” Sen ailemizin büyük kızısın bu nedenle benim en büyük yardımcımsın”. Bütün bunlar benim hayatımda iz bırakan noktalardır. Kardeşler arasında sorumluluk paylaştırılırken cinsiyet ayırımını çok doğru bulmuyorum. O gün için de doğru bulmuyordum bu gün için de doğru bulmuyorum.

Benim Farklı cinste çocuklarım olmadı. Ama çocuklarıma birbirlerinin sorumluluklarını yüklemek yerine kendi sorumluluklarını öğretmeye çalıştım. Çünkü kardeşlerimin sorumluluğunu da üslenmekten sıkılmıştım. Bu konuda şimdi annemi de çok iyi anlıyorum. Kaldı ki çocukluk yaşlarımda hep sitem ettiğim bu olgular ben büyüyüp üniversite tahsilimi de bitirip iş hayatıma atıldığımda, tüm yaşadıklarım ve hele hele yaşadıklarım içerisinde olumsuzluk olarak gördüklerim hepsi de olumluluk olarak karşıma çıkmıştı.  Mesela evlenmeden ben kendi evimi kurup ailemden ayrı yaşamıştım ve o döneme göre bu, bir devrimdi. Toplumsal bir devrimdi.

Çocukluğumda üzerime yüklenen sorumluluklardan sıkıldığımı söylerken, Büyüyüp kendi evime geçtiğimde çocukluğumda öğrendiklerimin bana büyük avantajları olduğunu ve iyi ki öğretilmiş diye de anne babama teşekkür ederim.

Kurallı ve otoriter bir aile yapısı içinde yetişen Ülvan Hasan (Polili), verilen her görevi beğenmese bile yapmak zorundaydı. Herhangi bir nedenle anne baba yanlarına çağırdı mı gitmeme gibi bir lüksü de yoktu. İşlenen bir suçta genellikle önce savunmaları alınır sonra ceza yerlerdi. Savunmaları alınmadan ceza yedikleri de olmuştur.

1963- 1969 yılları arasındaki Kıbrıs Türk Toplumu’nun kapalı yaşamı içerisinde, çocuklar ve gençler için tek eğlence yeri sinemaydı.

Nevar ki, Ülvan Hanım her filme de gidemezdi. Babası sinemada çalıştığı için gidebileceği filmler, önce baba kontrolü veya sansüründen geçip öyle izin verilirdi. Kurallı ve otoriter baba,  çocuklarının okula gidip gelirken bile onlara çizdiği güzergâh dışına dahi çıkamazlardı. Çıkılırsa da bir suç işlemiş sayılırlardı. Ailenin okul ile ilgili titizlikleri ise en başta geliyordu. Okula saatinde gidilip gelinmeliydi. Derslere gereken önem ve titizlik gösterilmeliydi. Konu okul ve eğitim olunca akan sular dururdu. Baba Hasan Ali, eşi Nevsal Hanım’a şöyle diyormuş.

 “Aç da kalabiliriz, yamalı da giyebiliriz ama her çocuğumuzu okuyabildiği veya okumak istediği yere kadar okuturuz.”

Baba Hasan Ali, çocuklarına ise, şu sözlerle sesleniyormuş.

“Benim sizlere sağlayabildiğim imkânlardan daha iyi bir hayat istiyorsanız eğitimli olmalısınız. Bunun için de çok çalışıp derslerinizi aksatmadan başarılı olmalısınız.”

Bu noktada Ülvan Hasan Babasıyla ilgili şu noktalara dikkat çekmek istiyor.

“Babamın anlattıklarına göre, babam henüz 12 yaşlarındayken kardeşi ile komşunun avlusunda haşlanması için tencereye konan iki yumurtayı alıp yemişler. Bunun için de babalarından çok büyük bir dayak cezası yemişler.

Bu çerçevede bir gün abimle bir komşumuzun erik ağacına çıkıp erik toplamıştık. Komşularımız evde yoktular. Daha önceleri komşumuz hep kendileri bizi meyve kesip yememiz için davet etmiş olmasına rağmen, babamızdan ceza yemiştik ve bizlere ayrıca kendi yaşadığını da anlatarak büyük bir nutuk da çekmişti. O gün bu gündür canım asılsa bir başkasının ağacından izin almadan uzanıp da bir şey kesemem.

Babam çok eğitimli bir insan değildi. Fakat çocukları arasında hep adil davrandı da diyebilirim. Hatta Pozitif cinsiyet ayırımcılığı bakımından da erkek kardeşlerimizden bizleri hep koruyordu. Nitekim bir gün abimle takıştığımızda, yüzüne bir domates atmıştım ve sonrasında abim beni dövmüştü. Babama şikâyet ettiğim zaman abimi bizlerden uzak bir köşeye götürüp şöyle bir nutuk çekmişti.”

“Oğlum, kız kardeşinin domatesi senin yüzüne atması bir hata. Bunda yüzde yüz haklısın. Ancak kız kardeşini dövmekle sen tüm haklılığını ortadan kaldırıp suçlu konumuna geçtin. Üstelik o bir kız çocuğu ve fiziki gücü de senden zayıf. Sen hiç annene benim el kaldırdığımı veya dövdüğümü gördün mü? Değil kız kardeşine, ileride büyürsün evlenirsin, sen, sen ol ne eşine ne de hiçbir kadına el kaldırmamalısın. Cidden erkek olan bir erkeğin hiçbir kadına el kaldırması mümkün değildir. Bu senin kulağına küpe olsun.” O günden sonra hiçbir erkek kardeşim bana parmak ucuyla bile dokunamamıştı. Bu olayda babam da abimi ceza olarak dövmemişti. Sadece bu nutuğu çekmişti.

Babamız eğitime ne kadar çok önem veriyorsa da, evdeki sorumluluklarımızın aksamamasına da dikkat ediyordu. Bu yüzden bizim kol faaliyetlerine katılmamıza asla izin vermezdi. Bu yüzden bir yıl, 19 Mayıs etkinliklerine katılmama izin vermediği için eğitim hayatım boyunca ilk defa beden eğitimi dersinden sıfır (0) almıştım. Okul gezilerine gitmemize de izin verilmezdi. Bir okul gezimiz Trodos’a olacaktı ve çok katılmak istememe rağmen izin verilmemişti. Sonrasında arkadaşlarım o geziyi ballandıra ballandıra anlatınca, gidememiş olmam daha çok içime oturmuştu. Bu yüzden Namık Kemal Lisesi’ne yapılacak olan geziye mutlaka katılmalıydım ve bunun için de daha stratejik davranmak zorundaydım. Ama nasıl yaklaştıysam ters tepti. “Baba para biriktirir giderim.” “konu para değil, 1 liram vardır sana verecek. Ama sana göre değil.” Oturup iyice düşündükten sonra, dedim ki. Baba sen ki eğitime bu kadar önem veriyorsun bugün benim, Mağusa’ya gitmeme izin vermiyorsun. Yarın Türkiye veya başka bir ülkeye Üniversite tahsilime gitmeme nasıl izin vereceksin? Bu sözlerimden sonra babam teslim oldu ve lise eğitimim boyunca katılabildiğim tek gezi oldu bu. Dolayısıyla kendi çocuklarımı yetiştirirken hiçbir okul aktivitesinden geri bırakmamaya çalıştım.

Ülvan Hasan (Polili), Anne Nevsal ve Baba Hasan Ali’den aldığı öğretilerle ayrı bir kişilik sahibi oldu. Yaşam prensipleri ile ilgili, iyi ki annem babam bana şunları öğrettiler diyerek başladığı sözlerine devam ediyor.

“iyi Ki Annem bana evdeki sorumluluklarımı bitirmeden gezmelere gitmemeyi öğretti. İyi ki el becerilerimin gelişmesi ve bir ev düzeninin nasıl olması gerektiğini de öğretti. Babam bana izin almadan başkasına ait bir eşya veya mala el sürmemeyi öğretti. İyi ki Bana asla yalan söylememeyi öğretti. Bu yüzden ne yalana başvururum ne de bana yalan söylenmesinden hoşlanırım. İyi ki annem babam bana büyüklerime karşı saygılı, küçüklerime karşı sevgili olmayı öğretti. İyi Ki ihtiyacı ve hakkı olana yapabileceğim yardımı yapmam gerektiğini öğretti. Babamın bana çok sık anlattığı bir hikâye vardı.

Adamın biri çocuğunu besleyip büyütmüş, okullara göndermiş onun okuyup adam olması için her şeyi yapmış. Hatta oğluna da,” Seni okuturum adam olasın” diye de sürekli söylüyormuş. Çocuk okumuş gelmiş ve iş sahibi olmuştu. Bir gün babası oğlunu iş yerinde ziyarete gider. Oğlunun saygı babında yapmaması gereken bir davranış gözlemler baba. Oğlu ise “bak baba, okudum geldim ve senin söylediğin gibi adam oldum” deyince, Baba ayağa kalkar. “Yok, oğlum sen okudun bir meslek sahibi, iş sahibi oldun evet ama adam olamadın. Neden mi?  Çünkü sen ne badirelerden geçip buralara geldiğini, kimin çocuğu olduğunu, nereden gelip nerede olduğunu ve nereye nasıl gitmen gerektiğini öğrenemediğin için adam olamadın”  deyip makamından ayrılmış.

Bu yüzden nereden geldiğimizi kim olduğumuzu ve hakkımızı hukukumuzu bilerek hayatımıza devam edelim ve asla saygımızı yitirmeyelim.

Son ve çok özel bir soruyla noktalıyoruz röportajımızı. Ülvan Hasan (Polili) yaşamı boyunca anne ve babası tarafından kendi istediği biçimde sevildiğini hissedebildi mi?

İstediğim biçimde mi hayır. Kesin cevabım hayır. Ama sevildiğimi hissettim mi evet hissettim. İnsan belki sevildiğini belki bilir ama arada bir bunu görmeyi ve duymayı da ister. Biz yetişirken hayatımızda bu yön eksik oldu. Annemin babamın her zaman beni çok sevdiklerini bildim. Kıymetli olduğumu da bildim. Ama gerek sözsel gerekse fiziksel çok öpülmediğim için, acaba ben bu anne babanın üvey evladı mıyım, diye karmaşık duygular da yaşamadım dersem yalan olur. O kadar ki öpülmeye öpülmeye, bir gün babam beni öpmek istediğinde, “ ver yarım şilin da öp” dedim.

Sevginizi göstermenizden asla çekinmeyin ve geri durmayın. Ailemi, Çevremdeki arkadaş ve dostlarımı hatta kendimi de sever ve değer veririm…

Sevgiyle kalın.

Cemal Dermuş



Benzer Haberler

Türkiye Süper Lig’de şampiyonluk yarışı son iki haftaya kaldı

NTV

İsrail hapishanelerinde Anneler Günü: “Kadınlar işkence görüyor”

NTV

Yedikonuk’a 70 metrelik beton bariyer yapımı tamamlandı

TAK

ABD’de, domuz böbreği nakledilen ilk hasta hayatını kaybetti

AA

Şiddetli yağışlar Gazimağusa’da etkili oldu

TAK

Offroad şampiyonası Altındağlı anı yarışı ile başladı

Voice Kıbrıs Haber