DÜNYAFeatured

Fransa’nın seçimi, Avrupa’nın geleceği…

2008 yılında patlak veren küresel ekonomik krizin gerçek şiddeti ve bıraktığı izlerin derinliği bugün dünyanın birçok ülkesinde politika sahnesinde yaşanan kırılmalardan çok daha açık şekilde kavranabiliyor.
2008 krizinden etkilenen geniş halk kalabalıkları, yaşanan ekonomik sıkıntılara çare olmak bir kenara dursun, “düzen” partilerinin işi teknokratlara bırakarak yeterince çaba göstermediklerini düşünerek daha radikal söylemlere yönelmiş durumdalar. Ya da tersten bakılırsa, milliyetçilik, popülizm ve ekonomik koruma vaat eden partiler, çalışan orta sınıf seçmen nezdinde etki yaratıyor. Vaatlerinin pratikte bir karşılığı olup olmadığı ise şu aşamada öncelikli tartışma konusu değil. Diğer partilerin, özellikle klasik sağ ve sol partilerin söylemleri ise bu yüksek perdeli popülist vaazların arasında kayboluyor; orta sınıfa ulaşmayı başaramıyor.

Serbest ticaret ve mülteci karşıtlığında birleşerek Brexit’le vücut bulan, Trump’la şok eden; Rusya’nın görünmez elinin verdiği destekle de Avrupa ölçeğine yayılarak güçlenen bu “karşı dalga”, bu hafta sonu Fransa’da da test edilecek. Fransa’nın marjinal radikal sağ partisi olarak on yıllardır var olan “National Front” önemli bir örnek olarak bu seçimde Fransa’nın normalize olmuş bir partisi olarak başkanlığa oynayabilecek kadar güçlenmiş durumda.

AB ile bağları nispeten zayıf olarak bakılan Birleşik Krallık’ın Brexit tercihi beklenmedik bir dönemeç olarak AB tarihine geçtiyse de, Birliğin geleceği açısından yaşamsal bir darbe olmaktan uzaktı. Fakat Fransa söz konusu olunca durum çok farklı. Almanya ile beraber AB’nin yaratıcıları arasında en ön sırada yer almış ve kendi iç politik dinamikleri ile AB’nin gelişme temposu neredeyse paralel olan Fransa’da merkez ve faşist sağ arasındaki rekabetten bu hafta sonu çıkacak sonuç AB’nin geleceğini netleştirecek.
Macron’un %24 oyuna karşılık %21 destekle ilk turu geçme becerisini gösteren ırkçı Le Pen’in kimse ikinci turda ipi göğüslemesini beklemiyor. Yarışın anketlere göre favorisi merkez soldan koparak ön plana çıkan Macron. Zaten anketlere göre ikinci turda %60 civarında güçlü bir zaferle Elize Sarayı’na oturacak. Ancak Le Pen gibi radikal söylemlere sahip birinin alacağı %4o civarında oy Fransa’da dip bir dalganın hızla yükselmekte olduğu anlamına geliyor.

Seçimi galip bitirmesi beklenen Emmanuel Macron’a belki biraz daha yakından bakmak gerek şu durumda.
Merkezin adayı olan Macron deyince sıklıkla kullanılan kelimeler: gençliği, hırsı ve halk desteği. Bugüne kadar hiç milletvekilliği yapmadı. Orta sınıf bir aileden gelen Macron’un eğitim hayatı olağanüstü başarılarla dolu. 1977 doğumlu 39 yaşındaki siyasetçi, eski bir yatırım bankacısı olarak önce Cumhurbaşkanı Hollande’ın ekonomi danışmanlığını, ardından da Sosyalist solun hükümetinde 2014-2016 arasında ekonomi bakanlığı yaptı. Fransa’da dükkanların pazar günleri de açık kalmasını sağlayan ve ekonominin bazı sektörlerindeki düzenlemeleri kaldıran tartışmalı “Macron Yasası” ile adını duyurdu.
Siyasi kariyerini yıllarda Hollande’ın kanatları altında sürdürdükten sonra Fransız halkının “tümünü” birleştirmeyi hedefleyerek kurduğu siyasi oluşumun adını “Yürüyüş” (En Marche) koyarken, Hollande’ın da tehdidiyle görevinden istifa ederek Fransa’nın merkez cumhurbaşkanı adayı olarak ismini duyurdu.
Hollande’ın prensi olarak görülüyorken görevinden istifa ederek sağ ve sol ayrımını reddeden; kendi partisini kurarak bağımsız aday olmak isteyen Macron sadece altı ay sonra arkasında bir siyasi parti desteği olmadan aday olarak ikinci tura kalan ilk siyasetçi olmayı başardı. Fransa’yı son 50 yıldır yöneten sağ ve sol iki merkez partiyi de deviren ilk siyasetçi olarak tarihe şimdiden geçti.

İş dünyasına yakın, o kesimin desteğini almış şekilde ekonomik büyümeyi artırma hedefi ön planda. Seçim programında, genç kesimler için 35 saat olan haftalık çalışma limitini kaldırma planları ve 50’li yaşlardaki çalışanlara da haftalık çalışma saatlerini azaltma seçeneğinin sunuyor. Uzun zaman iktidar olmuş, ancak parçalanmanın eşiğindeki Fransız Sosyalist Partisi tarafından söylemleri ciddiye alınmıyor. Fakat Macron kendisini “gerçeklerin farkında olan ve bu ülke için reform isteyen” bir solcu olarak tanımlıyor. Le Pen’in aksine AB ile yeniden bir pazarlık masasına oturarak ilişkileri derinleştirmek, geliştirmek taraftarı. Tam da bu yüzden, Macron’un çok yaklaştığı görünen Fransa Cumhurbaşkanlığı Brexit ve aşırı sağın baskısındaki AB’nin geleceği açısından da çok önemli. Almanya’da hem Merkel, hem rakibi Schulz Macron’a destek veriyor. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve birçok AB hükümeti Macron’a açıktan destek vermekten çekinmiyor. Tam Fransız filmlerinden çıkma şekilde, Macron diğer bir özelliği de, aynı zamanda akıl hocası da olan kendisinden 24 yaş büyük eski lise Fransızca öğretmeni ile evli oluşu.

2014’e kadar adını pek kimsenin duymadığı, geçen sene kurduğu siyasi partiyle 60 yıllık sağ ve sol merkez partileri deviren Macron, şimdi Fransa için aşırı sağcı Le Pen’e karşı son umut olarak görülüyor. Ülkeyi serbestleşmeye götürecek reformların uygulaması ile toparlanması beklenen ekonomik büyüme ile sağ-sol kadim partilerden kopararak kuracağı bir merkez parti ile Macron’un uzun yıllar Fransa politik hayatı içinde kalabilmesi gerekiyor.

Pazar günkü seçimlerden zaferle çıkması beklenen Macron’un görev süresi boyunca başarıya ulaşamaması hali ise bir sonraki seçimlerde Fransa’nın ırkçı Le Pen’in eline kalabileceği anlamına geliyor.

Macron’u “radikal AB’ci”, “piyasanın ya da Almanya’nın adamı” olarak nitelendiren Le Pen; kendisini ise küreselleşme karşıtı adımlarıyla çalışan nüfusun koruyucusu olarak konumlandırmakta. AB ile pazarlıklar sonrası Fransa’yı Brüksel’den kurtarmayı vaat ediyor. Le Pen’in vizyonunda Fransa eurodan çıkmalı, Şengen anlaşmasından da ayrılmalı ve sınırlarını kontrol altına almalı. Seçilirse seçimi izleyen altı ay içinde AB üyeliği için referandum yapacağını söylüyor. Le Pen’in sistem karşıtı ve göçmen düşmanlığı içeren mesajları hem Fransa’da, hem de göç krizinin yaşandığı Avrupa’da büyük yankı buluyor.

Tamam, Le Pen ‘in kazanma şansı çok düşük yapılan anketlere göre ancak bu, mevcut söylemiyle Fransız seçmenin üçte birinden fazlasının oyunu almak üzere olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik bundan 20 yıl önce %63 tarafından ırkçı diye nitelendirilen partiye 2017 seçimlerinde aynı damgayı vuran seçmenin oranı %38’le yarıya inmiş durumda. “National Front” partisi artık pek de demokrasiye bir tehdit olarak görünmüyor. Diğer yandan eskiye oranla çok daha fazla insan (bugün % 84- 20 yıl önce %68) söz konusu partiyi insanların dertleriyle, endişeleriyle ilgili olarak nitelendiriyor. Parti artık yüksek bir oranda (%78) dürüst bir parti olarak görülüyor.

Bu da dünün radikal sağ partisinin bugünün Fransa’sında artık düzen partisi gibi kabulü anlamına geliyor; sağcıları da özellikle eskisi kadar korkutmuyor.

Bu dinamiklere karşı Le Pen’in Pazar günü kazanması için de son birkaç gün Macron ile ilgili bir skandal haber çıkması, merkez sağ seçmeni kendisinden korkmaması için ikna etmesi, Sosyalist Parti adayı Mélenchon’un ilk turda mağlubiyeti sonrasında ona oy veren seçmenin dönüp Macron’a destek vermemesi gerekiyor. Dün gece Fransız TV’sinde Macron-Le Pen arasında yapılan canlı tartışmanın galibinin Macron olarak kamuoyuna yansıması ise, Fransa politikası uzmanlarına göre Le Pen’in en azından 2017 için fazla şansının kalmadığı anlamına geliyor.

Politico’nun yorumuna göre Fransa-AB ilişkisi dinamiğine göre Fransa hapşırması Avrupa’nın zatürre geçirmesi ile sonuçlanır. Bu nedenle de bu hafta sonu Pazar günü ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçim sonucu AB açısından yaşamsal önemde. Almanya’da da 24 Eylülde yapılacak federal seçimler önemli ancak Almanya tarafında oyuncular belli ve sürprizlere de fazla yer yok bugğnden bakınca. Fransa’da ise durum değişmiş halde. Bilinen merkez sağ-sol partiler elenirken sahnede aşırı sağ Le Pen ile hiç denenmemiş Macron var; ve denenmemiş Macro’nun Elize Sarayına taşınmasına an meselesi olarak bakılıyor.
Macron’un seçilmesi halinde devir alacağı ekonomik tablo öyle kolay kolay aşılabilecek türden değil. Bugünün 65 milyonluk Fransa’sında beş milyondan fazla insanın tam zamanlı işi yok, genç nüfusun %25’i işsiz. Büyüme düşük, bütçe açığı yüksek. Ülke artık sağ-sol yerine; milliyetçi ve korumacı aşırı sağ, merkez sağ, liberal sol ve küreselcilik karşıtı aşırı sol olarak dörde bölünmüş durumda.

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından hemen Haziran’da da Fransız Parlamentosu için seçimler yapılacak. Ne Macron ne de Le Pen, parlamentoda çoğunluğu sağlama garantisi verecek noktada değiller. Yani seçilecek cumhurbaşkanının parlamento çoğunluğunu da yakalayamamaları halinde programlarını uyulama dereceleri belli değil. Cumhurbaşkanı olarak öne çıkan aday da Macron olduğuna göre, Macron’un eski İtalya Başbakanı Renzi konumuna düşüp adım atamama olasılığı da var. Renzi’nin başına gelen kendi partisi içindeki güç savaşları nedeniyle İtalya için gerekli reformlar konusunda adım atamamak olmuştu. Bağımsız aday Macron açısından da, Haziran’da Parlamento çoğunluğunun nasıl şekilleneceği şimdiden belli olmasa da, Macron’un elini kolunu bağlayıcı bir hal olması riski var. Le Pen karşısında beklenenden daha zayıf bir zaferle seçilmesi halinde ise, zaten işler biraz daha karışabilecek görüntüde.
Macron’un seçilmesi, ilk etapta zaten büyüme eğilimi güçlenen AB ekonomisine nefes aldırıcı bir gelişme olarak yorumlanacak. Ancak Haziran seçimleri sonrasında Macron’un adım atacak gücü parlamentoda bulamaması halinde, AB için işler oldukça karışık hale gelecek. Avrupa Merkez Bankası’nın 2018 başlarında genişletici para politikasını geriye sarmaya başlayarak faiz artırmaya kadar gidebileceği de, bu durum da AB için hassasiyeti iyice artıracak bir gelişme haline dönüşebilir. Fransa ve Almanya seçimleri sonrasında aranacak olan AB içinde değişik gelir seviyelerine sahip üye ülkelerin ekonomilerini nasıl birbirlerine yakın hale getirebilecekleri. Goldman Sachs’ın bir raporunda belirttiği üzere, AMB’nin genişletici para politikası sona erdikçe AB ülkeleri içindeki ekonomik yakınlaşma hızı azalmakta.
Sözü daha fazla uzatmaya da gerek yok. Fransa politikasında değişik bir döneme geçilmek üzere. Merkez sağ ve sol partilerden bağımsız olarak, umut, reform ve daha fazla AB vaat eden ismi kirlenmemişi, genç ve dinamik bir cumhurbaşkanı adayının halk tarafından desteklenmekte oluşu AB’nin kaderi anlamında dönüm noktası niteliğinde. Haziran parlamento seçimleri ile birleştiğinde reformlar konusunda, AB’nin bütünlüğü konusunda güçlü adımlar atabilen bir Fransa, AB açısından oyun değiştirici nitelikte. Başarısızlık halinde ise, Fransa’nın bir sonraki seçimde radikal sağın eline düşme riskini yükselmesi de bölgenin geleceği açısından çok manidar.

AB ilerleme süreci zaten çoktan donmuş, şimdi de bu üyelik müzakerelerinin “dondurulması” kararı Avrupa Parlamentosu tarafından resmileşen Türkiye açısından AB hedefinden vazgeçmenin maliyeti çok yüksek. Bu vazgeçme halinin AB içindeki dinamiklere bakarak kolayca alınabileceği ise ne doğru ne de gerçek bir yaklaşım; Fransa seçiminin ardından özellikle. AB’nin ağır topları Almanya ve Fransa AB’nin geleceğini kurtarmak üzere yeniden kurgulamak için öne çıkarken, Türkiye’nin de ilerleme sürecini canlı tutmanın, bu pazarlıklar içinde üye adayı olarak kalabilmenin önemini kavraması; bu yolun da ancak kaliteli demokrasi üzerinden geçtiğini bir an önce hatırlaması gerekiyor.



Benzer Haberler

Silahla yakalanan şahıslar 6 gün daha tutuklu kalacak

Voice Kıbrıs Haber

Kundaklama olayı ile ilgili iki kaportacının tutukluluk süresi uzatıldı

Voice Kıbrıs Haber

Tayvan’dan getirdikleri 13 kilo uyuşturucuyla yakalananlara 3 ay hapis cezası verildi

Voice Kıbrıs Haber

Cinsel taciz iddasıyla tutuklanan şahıs teminatla serbet bırakıldı

Voice Kıbrıs Haber

Sahte öğrenci belgesi düzenleyenlerin tutukluluk süreleri uzatıldı

Voice Kıbrıs Haber

Kartingciler gençlik haftasında yarışacak

Voice Kıbrıs Haber