KIBRISVOI Özel Haber

Siyah beyaz film gibi!

Turizm sektöründe çalışan herkesin yakından tanıdığı, Lefkoşa Merit Hotel’in müdürü Mine Gürses anlatıyor, ben izliyorum. Evet yanlış okumadınız “İzledim”. Mine Gürses anlattı ben sanki bir sinema filmi izler gibi hissettim.

Ekranda sapsarı saçlarıyla onu “Benim papatya kızım” diye seven babasına 5 yaşında küsmüş ve onu bir daha hiç görmemiş inatçı güzel küçük İstanbullu kızın sevdiği adam için üniversite eğitimini tamamlamadan aşka yelken açtığı hikayenin başrol oyuncusuydu Mine Gürses.

Baflı bir aileye gelin giden Mine, 74 yılının sapsarı bir ekim ayında Kıbrıs’a ayak bastı. Adaya karnında taşıdığı kızı Özlem’e beraber geldi, sonra oğlu Kerem’de eklenince dünyanın neredeyse en mutlu ailesini oluşturdular. Her filmde olduğu gibi her şeyin en mükemmel olduğu zamanda aşkının ölümüyle yıkılan, evlatları için toparlanan ve bir daha da asla yıkılmayan Mine’nin hikayesi… Başarıdan başarıya koşan ve asla arkasına bakmayan Mine’nin…

Mine hayalimdeki filmin sahnelerde cenazeler hariç hiç gözyaşı dökmedi, O’na ağlar mısınız? diye de sordum. Beni şaşırtan bir cevabı oldu.

Mine Gürses’e sadece ona “Korkar mısınız?” diye sormadım. Gürses’i tanıyanlar eminim ki şu anda gülümsüyor ve onun ne kadar korkusuz cesur bir kadın olduğunu anımsayarak bana hak veriyorlar. Kendisini tanımayanlar ise benim abarttığımı düşünebilirler. Sadece şunu söyleyebilirim, tek bir korkusu var, daha doğrusu fobisi var. Hamamböceği.

Hamamböceği fobisi yüzünden başından geçenleri de konuştuk. Turizm sektöründe kadın olmanın avantajlarını da, ama tüm hayat hikayesi başlı başına bir kitap olacak bu başarılı yönetici ile ilgili sizinle paylaşmak istediklerimi ilk odasına adım attığım andan itibaren anlatmak istiyorum.

Mine Hanım’ın ne kadar yoğun ve disiplinli olduğunu bildiğim için buluşma vaktimizden on beş dakika önce otelin lobisine ayak basıyorum. Lobiden Merit’in bahçesine bakarken, kendimi huzuru dinlerken buluyorum. Hayaller kuruyorum. Bahçenin rengarenk hali ve harika dekorasyonuna hayran hayran bakarken, kalplerden oluşan çiçek saksılarının güzelliği başımı döndürüyor. Mine Gürses yine harikalar yaratmış diye düşünüyorum.

Tam buluşma saatimizde Mine Hanım’ın odasındayım. Her zaman gülen yüzü, gülümsemesine eşlik eden gülen gözleri ile karşılıyor beni. Sarıldığında kendimi güvenden öte, huzurlu hissediyorum. Odasına hayranlıkla bakıyorum, mütevazi ve onun için önemli olan unsurlarla dekore edilmiş olan odası onun için en önemli olan unsurlarla çevrelenmiş… Masasının tam arkasında bir Atatürk köşesi var. Sırtını Ata’ya dayamış. Cumhuriyet kadınlarına örnek bir tavırla “Atatürk’cüyüm!” diyor ve gururla köşesine bakarak, “Mutlaka yaz Atatürkçü olduğumu.” diye de ekliyor.

Masasının tam karşısında ise “Fanatik Fenerliyim.” demesinin hakkını verecek bir bölüm var. Tüm takımın adını yeni transferleri bilir misiniz?diye soruyorum “Futbolcular, yöneticiler gelip geçici Fener aşkı kalıcıdır.” diye cevaplıyor.

Çiçeklerle çevrelenmiş odasındaki masasından baktığınızda sağ tarafta kırk yılı aşkın süredir yaşadığı Lefkoşa manzarası var. Sol tarafını, kalbine en yakın duvarı ise ailesine ayırmış. Solundaki duvarda ayrıca yer alan büyük bir metal ağaç var, “Çocuklarım” diye bahsettiği personeli tarafından hediye adilen, ağacın kollarına yerleştirilmiş Mine Hanım için asılmış dilekler var. Ben o an elime bir kağıt kalem alıp onun için dilek yazamıyorum kendisine ama “Hayallerinin gerçek olmasını.” diliyorum.

Beş yıldızlı oteller içinde tek kadın müdürsünüz. Bu başarının sırrı çocukluktan ve ailenizin sizi yetiştirmesinden mi geliyor?

“Keşke öyle olsaydı… Babam, ben daha bir buçuk yaşındayken annem ve beni terk etmiş. Arapça eğitim almış bir dedem, bizlere kendini adamış anneannem ve fabrikalarda çalışarak ailemizi geçindiren annem ile büyüdüm. Bana derslerimde yardımcı olabilecek kimse yoktu yanımda. Buna rağmen liseyi başarı ile tamamladım. Bizim zamanımızda bitirme sınavı ile mezun olurduk. Ve elli iki kişiden sadece beş kişi mezun olmuştu. Beş kişiden biri de bendim.”

Liseden sonra eğitiminize nasıl devam ettiniz? diye sorduğumda ise,  başı dimdik, “Hayattaki tek pişman olduğum şey var.” diyor ve anlatmaya devam ediyor.

“Hayattaki tek pişman olduğum şey üniversite eğitimimi tamamlamamak olmuştur. Başka pişman olduğum hiçbir şey yok. Ben liseyi bitirdikten sonra Vatan İktisadi Ticari İlimler Akademisini kazandım. Aynı zamanda da Yapı Kredi Bankası Kambiyo ve ihracat servisinde göreve başladım. Hem çalışıyordum hem de iş çıkışında üniversite eğitimime devam ediyordum. Üçüncü sınıfa kadar başarılı bir şekilde devam ettim. Bu zaman zarfında eşim Özer ile tanışmıştık, Özer mezun olduğunda bana “Senin mezuniyetini beklemek yerine evlenelim.” dediğinde aşkı tercih ettim ve evlendik. İstanbul’a yerleştik ancak bir yıl sonra Özer’in Londra’da yaşayan ailesinin yanına gittik…

Mine Gürses’in sesi eşinden bahsetmeye başlayınca sesi bir ton azalıyor. Aradan yıllar geçmiş ama özlemi ve sevgisi hala taptaze. 1974 yılının eylül ayında Barış Harekatı’nın hemen ardından eşinin vatan sevgisi ve özlemi yüzünden adaya geri dönmüşler. Londra’da geçirdikleri zaman diliminde İngilizce öğrenen Gürses, adaya geldiğinde Kıbrıs Türk Denizcilik Şirketi’nde genel müdür sekreteri olarak işe başlar.

“Sekreter olarak işe başladığım Kıbrıs Türk Denizcilik şirketinden 4 yıl sonra istifa ettiğimde, Lefkoşa bölge sorumlusuydum. Meslek hayatım boyunca üniversite mezunu olmamak her zaman benim karşıma çıktı. Ben belki basamakları üniversite mezunları gibi üçer beşer çıkmadım ama tek tek çıktım ve adım adım kendi çabam ve gayretimle yükseldim.”

Denizcilik Şirketi’nden sonra 19 yıl Nadir Holding’de çalışan Gürses, Crystal Cove Hotel’in Net Holding’e satış sözleşmesinde imzası olan kişilerden. Merit Crystal Cove’un açılış aşamasında bulunan ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak işe başlayan Gürses, 2008 yılında Lefkoşa Merit Hotel’e Genel Müdür olarak atanır.

“Bana ilk söylediklerinde; Hayır olmaz, ben yapamam dedim. Reha Bey “Yaparsın!” dedi. Ben elimden geleni yaptım ve yapacağımda. Besim Bey’e ve reha Bey’e bana güvendikleri için, bu görevi en iyi şekilde yapacağıma inandıkları için çok teşekkür ederim.”

Otelden bahsederken sanki işinden değil de evinden bahsediyor. Çalışma arkadaşları ve personelinden bahsederken ise “Çocuklarım.” Kelimesini kullanıyor.

Merit Lefkoşa’da göreve başlamasını anlatırken “Ben mahcup olmayı asla istemem. O yüzden çok çalışır ve elimden gelenin en iyisini yaparım. Her zaman çalışma hayatımda adım adım çabamla ilerlemişimdir. Merit Lefkoşa’ya Genel Müdür olarak bana teklif edilmesini hiç beklemiyordum. Dokuz yıldır bu görevdeyim.”

Turizm sektöründe kadın olmanın zorlukları var mı diye soruyorum, bana gülümseyerek cevap veriyor.

“Erkek hegomanyasınn olduğu bu dünyada turizm sektöründe kadın olmak bir avantaj. Çünkü bizler misafir ağırlıyoruz. Bir misafirin ağırlanması evde kadın tarafından yapılır. Bir misafirin rahat etmesi için kadın nasıl elinden geleni yapar ve misafirinin rahat etmesi için çaba harcarsa, bizlerde otelimize gelen her misafirin rahat etmesi için her detayı düşünüyoruz ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bu yüzden kadın olmak bir avantaj.”

Otelin bahçesini çok beğendiğimi söylüyorum. Gözlerinin içi gülümseyerek bahçenin bugünkü halini almasındaki süreci anlatıyor. Yarattığı bahçesiyle gurur duyuyor.

Mine Gürses kendi için ne yapar, evde nasıl zaman geçirir diye sorduğumda ise; Pazar günlerini evde geçirdiğinden, kedisi ve köpeği ile ilgilenip dinlendiğinden bahsediyor. Yılda bir kez kızının yanına Amerika’ya gidişini anlatıyor. Kendisi için tek yaptığı şeyse kuaföre gitmek. Hayatını işine ve çocuklarına adamış bir anneye yakışacak bir yaşantısı var.

Özlemleriniz var mı? diye soruyorum,

 “Eşimi çok özlüyorum, annemi, anneannemi… Eski Lefkoşa’yı özlüyorum… Ama en çok Amerika’da yaşayan kızımı, torunumu özlüyorum. Lefkoşa’da yaşamasına rağmen her gün göremediğim için oğlum avukat Kerem Gürses’i de özlüyorum. Her günüm onlara olan özlemimle geçiyor” derken bile başı dimdik.

Neden vazgeçmezsiniz?

“Kişiliğimden vazgeçmem.”

Değiştirme şansınız olsa neyi değiştirirsiniz?

“Tek bir kötü yanım var. Merhamet duygusu fazla yüksek bir insanım. Herkes için en iyisini ve onları mutlu edebilecek şeyleri en ince ayrıntısına kadar düşünürüm. Keşke diyorum elimde olsa ve geniş yürekli bir insan olabilsem. Bazen duygusal olmak, her şeyi düşünmek üzülmeme kırılmama neden oluyor.”

Hayatınızı değiştiren bir dönüm noktası var mı diye soruyorum. Ben “Merit’e başlamam” ya da “Anne olmam” gibi klasik bir cevap beklerken, bambaşka bir cevap veriyor. Karşımda tüm röportaj boyunca başı dik, omuzları geriye yaslanmış olan kadın gidiyor yerine birdenbire başka bir Mine geliyor. Duvardaki eşinin gözlerine bakıyor anlatırken, omuzları düşüyor, sesi değişiyor. Mine Gürses’in anlatırken elleri titriyor, benimse yüreğim.

“1991 yılında eşimin ani vefatı tüm hayatımı etkiledi. Geçirdiği kalp krizi sonrasında kaybettim eşimi. Bir anda tüm dünyam değişti, öylesine mutlu bir aileydik ki, kendimi bir anda bir kâbusun içinde buldum. İki çocuğum, annem ve anneanneme benim bakmam gerekti. Anneannem eşimin vefatını kabullenemedi ve altı ay sonra onu da kaybettik. Ödemem gereken ev borcu, araba borcu, ilgilenmem gereken iki çocuğum ile çok zorlu günler geçirdim.”

Mine Gürses’in acısı o kadar taze ki, aradan 26 yıl değil de 26 gün geçmiş gibi hissediyorum o anlatırken. Odanın içine onun bakışlarından yayınlan acıyı hissedebiliyorum. Herkesin en mutlu olduğu zamanlar çocukludur diye düşünerek, sırf konuyu değişmek için “Çocukluğunuzda unutamadığınız bir anınız var mı?” diye pat diye soruyorum. Muhtemelen tecrübesiyle benim dolan gözlerimden konuyu değiştirmek istediğimi anlıyor ve sakince cevaplıyor.

“Ben çok mutlu bir çocukluk geçirdim aslında, sevgiyle büyüdüm. Bayramların ve çocukluğumun tadını çıkardım. Ceviz ağaçlarına tırmanır, incir toplar, bahçelerde koşar oynardım. O yıllardan tek aklımda kalan ise, beş yaşındaydım, haminnem (babaannesinin annesi) her Pazar beni alır ve babama götürürdü. Babama gittiğim bir Pazar beni kucağına oturtup, “Papatya saçlı kızım gelmiş, hoş gelmiş.” diye seviyordu. İkinci eşi uzaktan gördü ve babama “Diğer çocuklar kıskanıyor, böyle sevme Mine’yi!” dedi. Babam beni kucağından indirip, yanındaki mindere oturttu. O gün çok kırıldım. Babamı son görüşümdü. Sonra kimse beni babama götüremedi. Hamininemi görünce kapıda koşar tarlalarda saklanırdım.”

Mine Hanım aradan geçen yılların verdiği sakinlikle anlatıyor ama benim boğazıma bir düğüm oluşuyor. Bu kadar güçlü bir kadının erkenden o yaşta büyüdüğünü anlıyorum.

Gürses’e pek çok soru soruyorum ama “Neden korkarsınız? diye sormuyorum. Çünkü hiçbir şeyden korkmadığını biliyorum. Onun yerine “Korkusuz bir kadınsınız.” diyorum

“Tek korktuğum şey hamamböceğidir. Oğluma hamileyken omzuma konan bir hamamböceği yüzünden yaşadıklarımı hala unutmuyorum.” Diyerek anlatmaya başlıyor. Omzundaki hamamböceği yüzünden nasıl koşarak terasa çıktığını ve sonrasında bebeğin saatlerce kımıldamamasından endişe ederek Dr. Erbilen’i aramasını, kontrol için kliniğe gidişlerini anlatıyor. Hayatı boyunca eşinin vefatı hariç hiç yıkılmamış, hep kendi ayakları üzerinde durmuş bu güçlü kadının hamamböceğinden bu denli korkacağını inanmamış olsa gerek ki çalışma arkadaşları ona yıllar sonra şaka yapmak amacıyla peçetesine oyuncak hamamböceği koymuşlar. Mine Hanımın çığlıklarını gördüklerinde ise yaptıkları şakadan pişman olup defalarca özür dilemişler.

“Sakladıkları ortaya çıkacak diye korkar insanoğlu, benim sakladığım hiçbir şeyim yok. O yüzdende korkmam hamamböceğinden başka hiçbir şeyden korkmam.”  diye ekliyor sözlerine.

Mine Hanım tüm samimiyeti ile her soruma cevap veriyor. Ağlar mısınız? diye sorduğumda ise hiç beklemediğim bir cevap alıyorum. O kadar güçlü ve kararlı bir kadını ağlarken düşünemiyorum.

“Eskiye göre daha çok ağlıyorum. Yaşım ilerledikçe daha çok ağlayan duygusal bir kadın oldum. Ağlarım”

“Hayalleriniz var mı?” diye soruyorum.  Heyecanla bana hayalini anlatıyor.

“Büyük bir arazim olsun istiyorum, bir ucunda benim diğer ucunda evlatlarımın evleri olsun. Ortada tavuklar gezsin. Belki imkansız bir hayal ama evimden çıktığımda karşıda oturan çocuklarımı hayal ediyorum.” dediğinde ben onu büyük bir bahçede tavuklarına yem atarken, çiçek sularken ve ortada koşturan köpeğiyle torununu izlerken hayal ediyorum.

Her zaman rengarenk giyiniyorsunuz, bugünde çok şıksınız diyorum. “İçimde acıdan oluşan kapkara bir boşluk var, o bana yeter, siyah giymeyi sevmem diyor.”

Mine hanıma O’nu yazmama izin verdiği için teşekkür edip, fotoğraf çekmek için izin istiyoruz. Halil elinde fotoğraf makinesi ile Mine Hanım’ı çekerken, otelin bahçesine gitmeyi öneriyorum. Odasının merdivenlerinden aşağıya inerken ona; “Kendimi bir okuldan mezun olmuş veya bir kursu tamamlamış gibi hissettim.” diyorum, onunla geçen zaman diliminde aslında hayat okulundan alınacak en büyük dersleri alarak kapıdan dışarı çıkıyorum. O saat teşekkür etmedim ama buradan kendisine çok teşekkür ediyorum.

Otelin lobisine indiğimizde, resepsiyon görevlisinin yanına gidiyor ve diğer personelini yanına davet ediyor. Çocuklarını aile resmi için etrafına toplayan anne gibi, hepsi gelene kadar bekliyor. “Çocuklarım.” dediği çalışanlarına olan tavrı ile bir kez daha beni kendisine hayran bırakıyor.

Kendi yarattığı bahçesinde, evim dediği otelinin kazandığı ödüllerin önünde resimlerini çekiyoruz. Otelin merdivenlerine oturuyoruz ve Halil bizi fotoğraf çekilirken bana hiç unutmayacağım bir hayat dersi daha veriyor.

“Asla geriye bakma! Başarı her zaman bir adım ileridedir.”

Mine Hanım’ın hayallerinin geçek olmasını dileyerek evime doğru gidiyorum…

voiceoftheisland.com – Derya Atamer

Fotoğraflar: Halil Gündüzler

 


Benzer Haberler

Erhürman “Göreceğimiz zarar, verdiğimiz zarara kıyasla daha fazla olacak”

Voice Kıbrıs Haber

Limasol’da olaylı paskalya gecesi… Maskeli gruplar yoldan geçen araçlara ve polislere molotofla saldırdı

TAK

Denetimlerde 1 kişi tutuklandı!

Voice Kıbrıs Haber

En çok yağış 17 kilogram olarak kaydedildi!

TAK

Levent Şonya hayatını kaybetti!

Voice Kıbrıs Haber

Tatar, Gambiya Cumhurbaşkanı ile görüştü

TAK