Hasan Can YıldırımYazarlar

Mussolini’nin totalitarizmi, Hitler’in ‘nazism’i ve Kıbrıslının otoriter rejimi!

Mussolini’nin Totalitarizmi

İtalya’nın zamanının lideri ve Ulusal Faşist Parti’nin kurucusu Mussolini, bir hükümetin bireysel hakları korumak için hiçbir zaman doğal bir sistem olmadığını düşünmekteydi. Onun için bir toplumun varoluşu, onu oluşturan bireylerin refahı ve özgürlüğü için var olan öznitelik bu sistemin doğasına aykırıydı. Mussolini’nin deyimiyle; klasik liberalizm bireycilik anlamına gelmekteyse, faşizm de hükümetin tanımıydı. Yani kısaca hükümetin halkın hizmetkarı olmayıp, ustası olması anlamına gelmekteydi.

Mussolini İtalyan çocuklarını okullara gitmeye zorluyordu. İtalya’nın papa ile çatışmalarını bitirmişti. İtalyan mafyasını dizginlemiş, bilimsel tarımı ilerletmiş, birçok bina yapımına destek olmuştu. İtalyan toplumunu bir birlik haline getirmeyi de bir nebze başarmıştı. Fakat, Mussolini’nin iyi olarak yaptığı değişimler, yaptığı kötülüklerin yanında birer hiç olarak kaldı.

Mussolini faşist bir liderdi. Faşizm, kökeni fascio yani birlik veya birleşme olan sözcükden gelmektedir. 1925 yılında İtalya’da diktatörlüğü ilan etmiş, ve bununla beraber diğer tüm politik partileri imha etmeyi başarmıştı. Hükümetinin kontrolünü endüstride, okullarda, basın alanında ve polis muhaceretinde artırıp, tüm bu ve benzeri kurumları kontrol altına aldı. İtalya’yı bir koloni halindeki imparatorluk yapmaya çalışarak, eski Roma’nın görkemini yeniden canlandırma peşindeydi. Nazi Almanya’sıyla da ittifak kurarak 1936 ikinci dünya savaşının başlama sebebi olan faşist davada da yardım etmek amacı ile birliklerini İspanya’ya gönderdi. Arnavutluk 1939 yılında fethedildi, 1940’ta ise Fransa’yı işgal etti. Bu kazanılan iki zafer halkının iradesi halinde olmayıp bu zaman dilimi içerisinde de halkını savaş mücadelesi uğruna çok büyük tehlikeye attı. Bunlara yanı sıra, artık diktatörlükle yönetilen İtalya’da trenler zamanında hareket etmediğinde bile mühendisler ölümle tehdit ediliyor (Mussolini ve tren esprisi de buradan doğar), kendi toplumundan olmayan insan kesimlerine (en önde Yahudilere) karşı da yasalar üretiyordu. Her şeye rağmen İtalya savaşa hazırlıksızdı ve orduları Kuzey Afrika ve Yunanistan’daki kaybını engelleyemedi. Savaşı çok sürmeden kaybettiğini anladığında Alman komutanları onu Sicilya adasındaki işgalden kurtarsa da, halkının onu ele geçirip idam etmesi kaçınılmaz sonu oldu.

Mussolini Hitler kadar kötü bir insan olamasa da, halkını sadece kendi istekleri ve kararları doğrultusunda yönetip, değişimi kabul edemeyen sığ bir düşünce yapısı içinde yine onları kaybedilen savaşla da yıllarca çok mağdur bir pozisyona soktu.

Mussolini faşist bir anlayışla totalitarizmin önünü açtı. Totalitarizm ideolojisi, yani bir ülkenin veya devletin tek bir siyasi parti tarafından yönetildiği sistem, halkı yöneten bu sistemin medya vasıtasıyla da devletin etrafında dönen ‘usta’ kavramının halkın konuşma, seçme ve seçilme ve devletin organlarındaki özgürlüğünü kontrolün menfaati için sınırlaması ile bilinir.

Hitler’in ‘Nazism’i

 Diğer yandan Hitler, Mussolini’nin başaramadığı toplu soykırımı yapmayı başarmasıyla Mussolini’nin tarihte sahip olamayacağı şeytani kimliğe de sahip olmuştu. Hitler bir demokrasi partisi kurup, iktidarı ele aldığında Mussolini gibi bir süre sonra diktatörlüğü ilan etmişti. Ordusu İtalya kadar hazırlıksız olmasa da Fransa ve özellikle İngiltere’nin karşısında yetersizdi. Milyonlarca Yahudi’nin soykırımıyla sonuçlanan ikinci dünya savaşından sonra intihar ettiği iddia edilse de, cesedinin somut bir halini onu bulan ittifak güçleri hiç bir zaman dünyaya açmadı.

Hitler nasyonal sosyalizmin kurucusuydu. Nasyonal sosyalizm yani diğer bir deyişle ‘nazism’, bir topluluğun sosyalist fikrini ele alarak bu fikrin milliyetçi bir tavırla kullanılmasıydı. Nazi partisi de Ulusal Faşist Partisi gibi Almanya’yı bir amaçla birleştirmek istedi. Adolf hitler sayesinde bu ideolojinin temelleri atıldı.

Ancak, Mussolini’nin iyi yönüyle Hitler’in iyi yönlerinin çok büyük bir farkı vardır. Mussolini’nin toplumu için yaptığı iyilikler, yine kendi amacına ulaşmak için yapılan totalitarizm yapısının yarattığı iyiliklerdir. Diğer yandan Hitler kendi çıkarını değil Alman halkını yüceltmek istemiştir.

Birinci dünya savaşından ve büyük buhrandan sonra en çok kayıplara uğrayan Alman halkının özgüvenini yerine getirmeyi başardı. Alman halkı onu seviyordu. Hitler aynı zamanda bir işadamı idi. Fabrikalara önem verip, Alman halkının üretmesini ve İngiltere yada Fransa gibi toplumlardan daha refahta yaşamasını istiyordu. Gücü onu belli bir süre sonra kör etse de, Hitler’in temelini attığı günümüzde halen ayakta olan şirketleri Alman halkı ona borçludur. Teknolojisini, en fazla bilinen Volkswagen araba firması, Hugo Boss giyim mağazaları ve Siemens gibi holdinglere aktarabilmişti. Volkswagen Beetle olarak bilinen araba ne kadar barış ve özgürlük mesajları adı altında bilinse de, projesi Adolf Hitler tarafından her bir Alman vatandaşının araba sahibi olabilmesi için üretilmeye teşvik edilmişti. Diğer yandan askeri üniformalar belli bir süre sonra koku yapıp rahatsızlık verdiğinden, Hitler Hugo Boss markasını teknolojik destek ile ilerletmiş ve askerlerini rahatlatmıştı. Siemens fabrikaları ile halkına demir yolu altyapısı, iletişim ve elektrik sağlayabilmişti. Bunun yanı sıra bu teknolojiler, her ne kadar bir Amerikan firması olan IBM teknolojisi ile sonradan Yahudilerin yerini saptamada ve bir diğeri olan Bayer gibi bir firmanın milyonları öldüren zehirli gazı icat etmesinde rol oynadıysa da Nazi yönetiminin Almanya’yı refaha sürüklemesiyle beraber onların da büyüdükleri gerçeğini de ele almak gerekir.

Kısaca, her ne kadar gücü ile tarihte en büyük kötülüklerden birine imza atsa da Hitler kendi toplumu için çalışmıştı.

Kıbrıslının otoriter rejimi

 Ve son olarak Kıbrıs halkının otoriter rejimi. Otoriterlik otoriteye boyun eğdiren bir toplumsal örgütlenme biçimidir. Bu tip bir örgütlenme bireyciliğe ve demokrasiye karşıdır. Politikada, otoriter bir hükümet, siyasi güç; genellikle seçilemeyen, hesaplanamayan ve keyfi bir iktidara sahip olan, insanlar tarafından tamamen isteğe bağlı seçilmemiş bir lider, liderler veya politikacıların yoğunlaştığı hükümet şeklidir. Otoriterlik, totaliterlikten ve hükümetin kontrolü altında olmayan sosyal ve ekonomik kurumların varlığı bakımından farklılık gösterir.

Otoriter bir bakış açısında olan toplumlar, Tajfel’in 1979 yılında ortaya attığı sosyal kimlik teorisiyle anlatılabilir. İnsanların bir gruba ait hissetmelerinin yaşamlarında çok önemli bir rol oynadığını savunan Henri Tajfel, bunun insan doğasında da var olduğunu savunur. Benzer inançlara veya hedeflere sahip bir gruptaki bireylerin parçası olmak isterler, bu durum ‘benlik’ duygularını yani özgüvenlerini artırır. Bununla beraber içinde bulundukları grupların doğruluğuna veya diğer gruplardan üstün olduğuna inanma eğilimindedirler. Kendi bakış açısında olmayan topluluklar onlar için birer dış gruptur, ve bu karşı grubun veya grupların kayıpları onların kazancıdır. Bireyci bir kimlik yoktur, grup bir bütün olarak bir kimliktir.

Hitler Almanya’sı,  Futbol Maçları veya yediğimiz yemeğe göre bile gruplaşmamız buna birer örnektir. Sosyal kimlik teorisi doğru kullanıldığında iyi sonuçlar doğurabileceği gibi bu yollardan saptığında bir felaket getirir. Özellikle kendi sosyal kimliğini kaybetmiş ve bunun arayışı içinde olan otoriter toplumlar, bir grubun parçası olmak için her türlü iyi, kötü, doğru veya yanlış ideolojiyi de bir bütün olarak birleşmek için benimseyecektir.

Özellikle Kıbrıslı olarak, günümüzde bizi birleştiren olayların başında gelen şikayet etme ve her zaman bir dış grup olarak yarattığımız toplulukları suçlama fakat bunu etkin bir şekilde düzeltmek istememe de bunun başında gelir.

Bu bir toplumu aşağılama yazısı değildir. Bu bir teşhistir. İtaatkar bir toplum olduğumuzu, yakın zamanda yaşanan plaka olaylarından da anlayabiliriz. Plakalarımızın sarı yerine beyaz olması bize dayatılmaktadır. Toplumumuzun bir kısmı bu değişimden yakınıp, buna karşı sohbet içerisinde gruplaşırken, diğer bir kısım ise Avrupa Birliğini öne sürerek buna karşı bir savunma içerisindedir. Diğer bir yandan, böyle bir yasa yürürlüğe konulduğu andan itibaren plakalarını beyaza değişen bir kesim vardır. Bu itaat eden bir toplum olarak bireysel olarak bile protesto yapamadığımızı ve sadece grupların içerisinde konuşma hakkımızın doğduğunun göstergesidir. Asgari ücret ile geçinemeyen birçok ailenin bulunduğu bir toplumda 50 veya 100 TL’lik bir plaka değişimi çoğu aileyi sarsan bir bütçe kaybıdır. Sorunlarımızın başımızdan aşkın olduğu bir ülkede yaşarken de, devletin böylesine bir değişikliğe gitmesi de başlı başına otoriter bir topluma karşı faşist bir yönetim şekli olarak tanımlanabilir.

Son olarak ben size benimde gruplaştığım insanlar arasında cevap bulamadığım bir soru sormak isterim. Neden sarı, neden beyaz, neden belki siyah, veya belki 10 yıl içerisinde neden morcivert? Niye en başta bunu sorgulamadık ki?

Hasan Can Yıldırım


Benzer Haberler

Yardım ve kalkınma üzerinde varoluşçuluk etkisi

Neoliberalizm – Çağımızın en büyük hastalığı

Derya Beyatlı yazdı: Kuşlar Uçuyor

Hazır mıyız engelleri kaldırmaya?

Derya Beyatlı yazdı: Yüreğinize sağlık çocuklar!

Farklısın ve farkınla güzel