FeaturedKIBRISVOI Özel Haber

Gözyaşlarındaki Aidiyet… Son

aidiyet

O Kavak ağaçları Türk bölgesidir. 

15 Ağustos 1974 ve sonrası günlerde, Baf’ın Ayyanni köyünde ve sonrası hayat yolculuğumda yaşadığım anılarımın bugünkü bölümü 25 Ekim 1974 itibarıyla başlıyor. Saat 18:00 civarı. Sağ tarafımızda yüksek dağlarda bir hareket görüyorum. Askerler sağa sola koşarak anlamadığım bir dilde bağrışıyorlar ve bize doğru koşuyorlar. Hahhhh! Dedik şimdi yakalandık galiba. Yürümeye devam ettik daha hızlıca.

Nazım Hoca

Bu kez silahlarını üzerimize doğrultmuş iki asker göründü tepenin ardından. “Gelin, gelin” diye seslendiler. Bir an endişeye kapıldık. Belki de Türkçe bilen Rum askerlerdir diye.

Hem Nazım Hoca’nın gösterdiği istikamet olduğu için hem de  başka bir şansımız olmadığına karar verip, yürüdük yanlarına.

Bir şey sormalarına fırsat  vermeden, “Biz Türk’üz ve güneyden geliyoruz” dedik. Tamam da aileleriniz nerede diye sordu asker. (İşte o andı ki en derininden bir oooooooooooooohhhh çekmiştik) “Bizimle birlikte büyüklerimiz var. Ama artık yürüyemedikleri için onlar geridedir ve yardım isterler” dedik. Bulunduğumuz konum itibarıyla araç gelemeyeceği için, askerlerden biri bizimle ilgilenirken, diğeri gidip büyüklerimize yardımcı olup getirdi yanımıza. Askerlerden su istedik. Artık hedefe ulaşmanın heyecanıyla mı bilmiyorum, yürüyecek takatimiz olmamasına rağmen, gösterdikleri bir su hortumuna koşarak tekrardan kana kana su içtik.  Lefke’deki askeri birliğe doğru yürüyüşümüze devam ettik. O ana kadar 26 saat yol yürümemize rağmen yorulduğumu anımsamıyorum. Ama Lefke merkeze yürüyecek takatim yoktu artık. “Ne bitmez tükenmez bir yol” diye mırıldandım kendi kendime. Zar zor yürüyebildim.

Keçi bıçak, kasap et derdinde gibi bir durum

Merkeze gider gitmez, ifademizin alınması için polis karakoluna götürülmüştük. Tarih 25 Ekim 1974, saat 21:00 civarı. “Henüz yemek bile yememiştik. Polis bizlere aç mısınız? Susuz musunuz?” diye sormak yerine,” Yolda Rum gördünüz mü? Kaç kişiydiniz? Sizinle birlikte kimler vardı?” diye sorular soruyordu.

Oysa bizim derdimiz başkaydı. Keçi bıçak, kasap et derdinde misali bir durumdu. Kemal Osman, yine devreye  girerek, “ Sizin hiç vicdanınız yok mu? Aç mısınız, susuz musunuz diye soracağınıza, neler sorarsınız bize”.

Doğay Kemal mırıldanarak, “İfadem alınırken adeta ayakta uyuyordum yorgunluk ve  açlıktan” dedi.

Biraz da yüzü kızararak hemen telefona sarıldı polis ve bizi askeri yemekhaneye gönderdi bir araçla.

Yemek ne miydi? Katıksız makarna ve iyi pişmemiş nohut. Alışık olmadığımız bir yemekti. Çaremiz yoktu. Sadece açlığımızı giderecek kadar yedik. Bu arada Kemal katıksız makarnayı yiyemediği için, nohut suyunu makarnaya döküp yediği hala gözümün önünde. Yemek sonrasında, karakola götürülüp yine ayni sorulara muhatap  kaldıktan sonra, uyumak için gönderildik bir koğuşa. Büyüklerimiz ise dost ve ahbaplarında geçirdiler geceyi.

26 Ekim 1974 sabah 8 civarı.

Sabah olup, Lefke merkezde tekrar buluştuğumuz zaman, Nazım Hoca’nın Kemal Osman’a itirafı, gruptaki tüm çocukları mutlu etmişti…

“Be Kemal, eyi ki  Özgün ve diğerlerinin sizin bizimle gelmemeniz gerektiğine itiraz ettin da bizimla geldiniz. Siz çocuklar olmasanız biz da yörüyüp geçemeyceydik kuzeye. Hepsinize teşekkür ederim. Sizinila gurur duyarım. Aslanlarım benim” dedi.

Nazım Hoca, Allah rahmet eylesin seni. İstisnasız guruptaki herkesin teslim ettiğini ruhuna gönderiyorum. Pusula gibi adamdın. Bizi en kolay ve en tehlikesiz yoldan ulaştırmıştın Lefke’ye. Ruhun şad olsun.

Salih Direk yönetimindeki otobüs ile Lefke – Girne – güzergahından, Lefkoşa’ya götürüldük. Yol boyunca kahramanlık türküleri çalıyor otobüsün teybinde.

Şeherliyiz artık. Girne Kapısı, Atatürk Büstü, yollar kalabalık, araçlar vızıl vızıl. Etrafa şaşkınlıkla bakan gözlerim kararmıştı bir an.

Mücahitler sitesinde, ikinci kez ifademiz alınıp, hem de fotoğrafımız çekilirken, tekrardan kendime gelmiştim. Ardından ise sağ salim kuzeye geçtiğimize dair mesaj yayımlamak için, Bayrak Radyosu’na götürüldük.

Topluca gönderdiğimiz mesajda, “AMELİYATIMIZ BAŞARILI GEÇTİ. SAĞLIK VE SIHHATTEYİZ” gibi şeyler yazılmıştı.

Kalacak yerleri olanlar yakınlarının yanına giderken, abimle birlikte Atatürk İlkokulu’na yerleştirildik. En yakın arkadaşlarımız Kemal Ve Halil abilerinin yanına gitmişti. Yolculuğumuz sırasında Halil eli yaralanmış aynı zamanda pantolonu da uçurumlardan kayışlarımız sırasında arka tarafı parçalanmıştı. Abisine giderken, kıçı görünmesin diye şimdiki modayı kendisi yaratacakmış gibi gömleğini çıkarıp beline bağlamıştı.

Atatürk İlkokulu  güneyden gelen göçmenler için yurt haline getirilmişti. Köy hayatındaki eziyetli ve zahmetli işlere gitmek yoktu artık. Kuzeye gönderilme nedenimizi de unutmamıştık. Okula gidip okumalıydık. Lefkoşa’da okula kayıt yaptırmak istediysek de, kaydımız yapılmamıştı. Sebebi ise biz Omorfo bölgesine yerleştirilecektik. Yanılmıyorsam 1-2 hafta sonra, Zodya’ya (Bostancı’ya) götürüldük. Köylülerimiz oraya yerleştirilecekti. Bize de bir ev verildi ve abimle ikimiz, o evde yaşamaya başladık. Başladık ama, çileli maceramız  henüz bitmedi.

Artık Okullu Olmuştuk

Her gün yürüyerek Omorfo’daki (Güzelyurt) Kurtuluş lisesine gidip geliyorduk Zodya’dan (Bostancı). Bisiklet bulmamıza rağmen henüz sürmeyi öğrenememiştik. Düşe kalka, bisiklet sürmeyi öğrendikten sonra, her sabah bisikletle gidip geliyorduk okulumuza. Anamız, babamız henüz Ayanni’de. Bütün ev işleri, yemek ihtiyacımız ve diğer işler hepsi bize kalmıştı. Abimle görev bölümü yapmıştık ve güzel bir düzenimiz vardı. Hafızamın beni yanıltmadığını düşünerek, babamızın 6 ay sonra gelebildiğini söyleyebilirim. Tabi ki o da dağlardan yürüyerek geldi. Hatta bir iki kez yakalanma tehlikesi geçirip, yarı yoldan geri dönmüştü.

Babamız geldi ama bir yanımız yine buruktu

Artık Babamız yanımızdaydı. Ancak bir yanımız hala buruktu, ezikti, eksikti. Anamız yoktu yanımızda. Tam bir çekirdek aile olamamıştık henüz. Babamızdan 2 ay sonra gelebilmişti anamız. Maalesef  ki, o da dağlardan yürüyerek gelmişti. Tüm zorlukları aşmıştı güçsüz bedenine rağmen. Tek amacı vardı, çocuklarına, ailesine kavuşmak, çocuklarına ana olmak öncelikle.

Çekirdek aile ve yeni bir yaşam.

Onca yıllık anılarını, yaşanmışlıklarını, o topraklara akıttıkları alın terlerini, bir anda terk edip düştüler yollara. Rüyalarında görseler, hayra bile yormazlardı. Ama gerçek oldu.

Peki ya sebep?

Maalesef…Savaş…

Gözyaşlarındaki Aidiyet…

29 yıl sonra 2003 yılında tekrardan ata topraklarımıza gitmek nasip olmuştu. Üzgünüm, tekrardan ata topraklarını görmek, anama nasip olamadı. Babam mı? Evet görebildi. Yüreğinde hissettiklerini, gözlemleme ve onu anlama şansı bulmuştum. Gördükleri karşısında, hissettiklerini yansıtmamaya çalışsa da, ben görüyordum.

Çünkü, çünkü…

O, benim babamdı. Benim babamdı.

Nurlar, ışıklar içinde uyu babam…

 

Nurlar ışıklar içinde uyu anam…

Gelelim sana,çocukluğumun geçtiği Ayanni, seni de hissediyorum.

Anamsın, babamsın, atamsın, ata toprağımsın, vatanımsın.

Görüyorum rüyalarımda, dinmek bilmez gözyaşlarını.

TEK AİDİYETİM SANA AYANNİ.

Nikos, Ahmet, Yanni, Mehmet Marulla, Ayşe, Ya sizin aidiyetiniz…

Ya senin Irenee, ya senin Barış…

Umarım ne bizler ne de dünyadaki tüm insanlık savaş gibi kötü bir illetle karşılaşıp yaşamaz.

Son…

Not: Bu yazı dizisinin hazırlanmasında katkı koyan Mehmet Soyluoğlu, Cenk Dökmen, Hasan Zekican, İpek Dermuş, Hüseyin Dermuş, Kaşif Pehlivan ve gruptaki yol arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler. Aramızdan ayrılan Nazım Hoca ve tüm şehitlerimize tanrıdan rahmet diler ruhları şad olsun diyorum. Barış ve sevgi ile gösterdiğiniz ilgi için sonsuz teşekkürler.

Cemal Dermuş

 


Benzer Haberler

Amcaoğlu, yağmurlar sonrasında durum değerlendirmesi yaptı

Voice Kıbrıs Haber

Güzelyurt’ta 80 dönüm biçilmemiş arpa yandı

Voice Kıbrıs Haber

S.O.S Çocukköyü Derneği’nde bakım verenler eğitimlerini tamamladı

Voice Kıbrıs Haber

Mutant virüs 13 ülkeye sıçradı

Voice Kıbrıs Haber

Oğuz, atılacak her adımda, toplum sağlığının düşünülmesinin önemine işaret etti

Manastırda skandal!

TAK